Divan edebiyatını sevdiren adam olarak tanınıyorsunuz. Bu ifade ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Evet, bana böyle söylüyorlar: Divan şiirini sevdiren adam. Doğrusu ben Divan şiirini sevdirmek gibi bir gaye ile yola çıkmadım, hiçbir zaman! Divan şiirini tanıtmak için yola çıktım. Fakat, Divan şiirini tanıyan herkes seviyor. Onun için Divan şiirini tanıtmaktan kendimi yükümlü buluyorum. Tanıyan insanlar sevdiği için böyle bir lakap takmışlar bana. Uzun zamandır böyle söylenir. Ben hep bundan gurur duyuyorum. Yani, kaç kula nasip olur böyle bir şey. Allah bana lütfetti diyorum.
Divan edebiyatının lise müfredatından kaldırılması ile ilgili bir çok girişim oldu. Edebiyatçılar karşı çıktı, bir kısım da girişimleri destekledi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Ben, bir edebiyat biçiminin insanların zihninden silinebilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Müfredattan da hiç çıkartılacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bütün zorlamalar hatta yasaklamalar olsa, hatta Divan şiirinin bütün gazellerini, bütün kasidelerini yaksak, yok etsek hafızalarda kalan bir tek şiir bile, bize o edebiyatın nasıl bir güzellikte olduğunu, nasıl bir zenginlikte olduğunu, nasıl bir medeniyet birikimi ile sözü söylediğini göstermeye kâfidir. Bu bakımdan ben, Divan edebiyatının lise müfredatından çıkartılmak gibi bir düşüncenin kasti bir düşünce olduğu var sayıyorum. Eğer insanlar böyle bir şey yapmaya yelteniyorsa büyük bir gaflet içerisindedirler diye düşünüyorum. Daha da önemlisi, Divan şiirinin gündemimize nasıl gürül gürül geldiğini, nasıl Divan şiirinin tekrar hayatiyet kazanmaya başladığını gören insanların, böyle bir tavrı sergilemiş olmaları da yaptığımız işin anlamlı olduğunu bana gösteriyor. Divan şiiri bu kadar gündeme taşınmasaydı, tekrar “ben buradayım, bensiz olamazsınız” gibi bir tavır içerisinde genç nesillere, genç kuşaklara yansımamış olsaydı böyle bir yasaklamaya da gidilmeyecekti. Peki yasaklanabilir mi? Asla! Yani bütün kitaplardan silseniz bile onu yasaklayamazsınız, çünkü bu bir ırmağın akışkanlığı gibidir. Kültür bir ırmaktır ve bir yerinde kesip “buradan itibaren artık suyu kapatıyorum, başka yönlere akacak bu su” dediğiniz an, kültür kendiliğinden bütün vadileri çoraklaştırır. Her şey birden durur, sadece Divan edebiyatı değil. Yani belki biz atalarımızla barışmak zorundayız. Atalarımızla barışacağımız güzel sanatların bütün dallarında biz, geleceğe bakarken bir zenginlik bulacağız.
Sizce, Divan Edebiyatı Türk şiiri, genel anlamıyla Türk şiirinin neresinde duruyor?
Türk şiiri ta başlangıcından itibaren elbette ki her dönemde kendini ifade etmiş, her dönemde Türk’ün şiir, Türk milletinin ifade biçimi olmuştur. Bunun için ?u edebiyat milli edebiyat, bu edebiyat halktan uzaktır, bu edebiyat yüksek zümreye aittir, bu edebiyat şudur budur diye onları tasnif etmenin bir anlamı yoktur. Bu tasnifler bilimsel çalışmalarda kolaylık olsun diye yapılır. İşte denir ki; İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, Halk edebiyatı, Tekke edebiyatı, saz şiiri, Divan şiiri gibi isimlendirmeler bilimsel çalışmalar içindir. Yoksa hiçbir edebiyat sözü hangi tarzada söylenmiş olursa olsun o milletin aynası gibidir, onu yansıtır. Bu bakımdan bugünün edebiyatı ile Divan edebiyatı arasında, yahut da Orta Asya Türk edebiyatı ile Osmanlı edebiyatı arasında sadece bir çağın gereği ortaya çıkan değişiklikten söz edilebilir. Yoksa taşıdığı ruh ve gen yapısı itibariyle o, o milletin bizatihi kendisini ifade biçimidir. Bu bakımdan Divan edebiyatını işte şu edebiyat daha iyi, bu edebiyat daha kötü gibi diğer başka bir tür tasniflerle karşılaştırmak yanlış olur. Söz gelimi Tanzimat edebiyatı ile Divan edebiyatını, yahut ta Fecr-i Ati edebiyatı ile Milli edebiyatı karşılaştırmak ne kadar bilimsel kalıpların dışında, insanlara bir şey kazandırmayacak ise bu da öyledir. Bilim adamları bu konuda karşılaştırmalar yaparlar. Derler ki toplum buradan buraya doğru geliyor. Bu geliş içerisinde edebiyat da çehresini değiştiriyor. Bunu sadece o çağı anlamamız için söz konusu edebiliriz. Aksi takdirde onu, bu edebiyatları suçlamak için söyleyemeyiz.
Günümüzde, Divan edebiyatın gücünü yakalayabilir diyebildiğiniz şair var mı?
Tabii var. Bence şu şu şairler bu güçtedir diye sayarak bir kısım insanlara paye vermek, bir kısmını da gücendirmek istemem. Ama şiir, daha doğrusu edebiyat bir bütündür ve o toplumun ifade tarzıdır ve bir arz-talep dengesidir. Siz nasıl bir toplum iseniz o topluma göre sözcü seçersiniz. Şairler o toplumun duygu planındaki sözcüleridir. Şimdi bu toplumun ihtiyaçları, bu toplumun argümanları yahut da ilgileri ne ise, bu toplumun şairi de onları dile getiren adam olacaktır. Mesela savaş döneminde olsaydık kahramanlık şiirlerini çok yazıyor olacaktık. Ama şimdi hiç kimse kahramanlık şiiri yazmıyor. Yazsaydı şair toplumun ihtiyacını vermemiş olurdu. Arz-talep dengesi bozulurdu. Bunun gibi, her şiir kendi çağında bir ihtiyacı karşılar ve o çağı dile getirir. Bu, hiçbir zaman şairlerimizin mutlak surette falanca çağda daha büyük şairler yetişmiş, filanca çağda daha büyük şairler yetişmiş diye onları tasnif etmemize kapı açmaz. Ancak bu tasnifi şöyle yapabiliriz; filanca çağda medeniyet birikimimiz daha çok idi deriz. Yüksek kültür seviyesi içerisinde yetişen şair, elbette ki daha aşağıdaki kültür seviyesinde yetişen şairden daha önde olacaktır. Yahut da geniş bir medeniyet birikimi ile şiir söyleyen şair, elbette ki sığ düşünceler içerisinde sıkışıp kalmış şairden daha büyük bir şair olacaktır.
Ufku geniş…
Evet, şairler arasındaki büyüklük yahut da değerlilik medeniyetin, kültürün büyüklüğü ve değerliliği ile ölçülebilir. Yoksa bugün öyle şairler vardır ki eğer 16.yy’da yaşasaydı Fuzûli olabilirdi, Bakî olabilirdi. Ama Fuzûli de bu çağda yaşasaydı belki x bir şahıs olur kalırdı.
Başta, her şiirin devrinde incelenmesi gerektiğine vurgu yaptınız. Ancak günümüz şiiri ile Divan şiirini karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo görülüyor?
Şu bakımdan karşılaştırma yapabiliriz. Bir defa Divan şiiri soyut olanı ön plana koyar, soyut olanı anlatmak için somut olandan yararlanır, örnekleri somut olan dünyadan seçer. Belki bugün tenkit ettiğimiz noktalardan biri de odur, Divan şiiri hakkında. İkincisi; Divan şiirinin belli kuralları vardır, olmazsa olmazları vardır. Bugünden faklılıklarını sayıyorum. Bugün bunlar yok. Bugün konular mutlaka şöyle olacak demiyoruz. Bugün illaki her şiirde şu vezin, şu kafiye, şu ölçü bulunacak gibi bir kaygımız yok. Divan şiirinin belirli prensipleri ve kuralları vardı. O kuralların dışında şairler şiir söyleyemezdiler. Şöyle düşünebiliriz. Divan şiirinin belirli kurallarının Divan şairlerinin elini kolunu bağlamış olması, onların şahsîliklerini yani ferdî düşüncelerini, kişisel hayallerini daha fazla ön plana çıkarmalarına neden olmuştur. Bugünkü şiirden farklı tarafı budur. Toplumsal bir şiir değildir. Biçimsel olarak sadece bireyin düşüncelerini anlatır. Bireyinde soyut yanını anlatır, somut yanını anlatmaz. Şair, diyelim ki falanca aç kalmış çocuktan, filanca düşkün insandan yahut da falanca süvarinin yaşadığı zorluklardan değil ama, o insanların duygularından bahseder. O insanların acılarından, sevinçlerinden, hüzünlerinden bahseder. Soyut olması bu bakımdan önemlidir.
Sizce iyi şiirin nitelikleri nelerdir?
İyi bir şiir, bir defa her şeyden önce insanı başka bir iklime götürebilmeli. İyi bir şiir insana pencereler açabilmeli; iyi bir şiir bizi can evimizden vuracak şekilde etkilemeli. İyi bir şiir, bizim onu okuduğumuz ve anlamlandırdığımız biçimde, başkasının onu okumasına ve anlamlandırmasına müsaade etmeli. Yani her okuyucuya farklı bir yüzünü göstermeli. Bir şiir bütün bu kadar özellikleri üzerinde bulundurabilir, bu çok zor değil. Şiir benim mesleğim şiirin âlâsını bilirim. Arapçasını tanırım. Hangi şairin ne zaman, nasıl söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı kestirebilirim. Bir şiirden sonra nasıl bir şiirin daha anlamlı durabileceğini anlayabilirim. İşte bunun için diyorum ki, şiirde gerçek olan okuyucudur. Bazı şairler ben kendim için yazarım der; doğru, şairler kendileri için yazarlar ama kendileri okumazlar onu, başkaları okur. O zaman şiir kendisi için yazılsa bile başkalarının hizmetine verilmiştir. Şiir şairin çocuğudur ama başkasına hizmet etmeye gider. Böyle düşünmek lazım. İyi bir şiir çok çeşitli yönlerden iyi bir hizmetkarlığı en iyi yapan şiirdir. Yanına gittiği insanın bütün hizmetlerini görmelidir.
İyi bir şiirin nasıl olması gerektiği üzerinde durdunuz. Pekala, o iyi şiiri ortaya çıkaracak iyi şair nasıl yetişir?
Evet, çok düşünerek durdum bunun üzerinde; iyi bir şair nasıl yetişir? Onun için bazı teoriler de geliştirdim, onu anlatabilirim. Bugünün şairi eğer kalıcı şiirler yazmak istiyorsa, eğer 150 yıl sonra, 200 yıl sonra, 500 yıl sonra hâlâ şair olarak anılmak istiyorsa yapması gereken şeyler vardır. Bunlardan birincisi; önce şair olmak isteyen bir insanın şairâne bir ruh verilerek yaratılmış olması lazımdır. Yaratılışında şairânelik olmayan bir insan istediği kadar şair olmak istesin; bir defa zorlama şair olunmaz, şair doğulur. Şair doğduktan sonra da “hadi gel sen şair doğdun, şiir yaz” denilemez. İkinci olarak şiir eğitimi lazımdır. Şiir eğitimi herhangi bir yerde şiir üzerine fakülte yahut da lise okumak demek değildir. Şiir eğitimi şiiri okumaktır. Pek çok şairin şiirini bilmektir.
O şiirlerin içinde erimek….
Doğru. Benim öngördüğüm şiir eğitimi şudur: bugünün şairi mesela Yunus Emre’yi, Bakî’yi ve Karacaoğlan’ı okumalıdır. Satır satır, dize dize okumalıdır. Onların neden böyle söylediklerini; nasıl böyle söyleyebildiklerini, hangi şartların onlara bunu söylettiğini, kendisi olsaydı nasıl söylemesi gerektiğini irdelemelidir. Yahut da Pir Sultan Abdal’ı, Fuzûli’yi, Şeyh Galip’i; siz ismini değiştirin, burada saydığım şairler şudur; biri Tekke şairi, birisi Divan şairi, birisi de Saz şairidir. Yani bugünün şairi kalıcı olmak istiyorsa arka plandaki şiir geleneğini hazmetmelidir. Divan şiiri, Tekke şiiri, Saz şiiri nasıl bir şiirdir, bunu öğrenmelidir. Ondan sonra kendi şiirini yazmalıdır. Onlar gibi yazmamalıdır. Hayır, gazel yazmamalıdır, koşma, ilahî yazmamalıdır. Ama onları bilerek geleceğe yönelik şiirini oluşturmalıdır. Yani şiirine ruh vermelidir. Şiirine ruh üflerse o zaman o şiir kalıcı olacaktır. Şöyle düşünelim; bugün dünyada bir şiir sergisi açılsa, her millete “siz, kendinizi ifade edecek iki tane şiir gönderin bize, bu sergide o iki şiirle yer alacaksınız” denilse; bütün milletler oraya şiirlerini gönderseler… Bütün dünya milletleri oraya iki şiir gönderirken acaba Türk milleti kendini ifade edecek iki şiir göndermek durumunda kalırsa, bu iki şiir kimin şiirleri olurdu, sorusuna cevap aradığımız zaman hiç kimse Nazım Hikmet’in yahut Necip Fazıl’ın olurdu demez. Yunus’un şiiri olurdu, Fuzulî’nin şiiri olurdu; yahut da Galip’in, Karacaoğlan’ın olurdu der. Bu kalıcılıktır. Bu 500 yıl, belki 1000 yıl, belki daha ileriki asırlarda da yaşamaktır. Bugünün şairi böyle şair olursa; şairâne bir yaratılışı var ise, şiir eğitimi almış ise o zaman şair olur. Şiir eğitimini kendi alır, bir yerden okumaz.
Günümüzde şiirde şekilden kaçış var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, çağımızın gereğidir. Tabii bir şeydir. Ama bu şairin işini zorlaştırmaktadır. Eğer bir şaire siz vezin ile kafiyeyi sunarsanız, onun işini kolaylaştırmış olursunuz. Çünkü söyleyeceklerini güzelleştirmek için bir vezin, bir de kafiye vardır. Bu, bir kuşun iki kanadı gibidir. Zaten onunla uçabilir. Manzume ortaya çıkabilir, şiir ortaya çıkabilir ama vezni ve kafiyeyi kaldırdığınız zaman şair, eğitim kısmını bir kenara koymuş, sadece şairâne yaratılışıyla söylemeye başlamış olur. Şiir eğitiminden istifade edebilecek konumu kalmaz. Sadece şairâneliğiyle; yani yüreğiyle, yüreğini kanatarak söylediği için bugünün bazı mısraları Divan şiirinden daha büyüktür. Çünkü, Divan şairi elindeki argümanlarla söyler. Ama bugünkü, o argümanların dışında, adeta sesinden parça keser gibi…
Daha özgürdür belki de…
Bugünkü daha özgür olmanın acısını, daha fazla ona kendinden bir şeyler katmak olarak çeker. Çünkü, serbest bir şiirde, yazdığınız şiir üzüm salkımı gibi de durabilir, çok güzel bir estetik tablo gibi de durabilir. Eğer onu tablo haline getirebilecekseniz renkleriniz olmalı. Kan rengi olmalı, acının rengi olmalı, sevincin rengi olmalı orada. Eğer onu estetik bir tablo haline getirebilecekseniz çizgileriniz olmalı; yüreğinizde çizik çizik, bağrınızda ezik büzük. Onlarla ancak şair olunabilir. Onun için başlarda da, bugünün şiiri ile Divan şiirini karşılaştırdığımız zaman, aslında çağımızın gereğini yerine getiren büyük şairlerimiz var. Gençlerden de büyük şairler yetişiyor, ben umutluyum.
“Divan edebiyatı anlaşılamıyor, bize çok uzak” deniyor. Bu konudaki görüşünüzü öğrenebilir miyiz?
Ben bu konuda sayısız soruya cevap verdim. Bu soruyu cevaplandırmaktan da yoruldum desem yeridir. “Divan şiiri anlaşılmıyor” demek Divan şiirini suçlamak gibidir. Halbuki soruyu şöyle sormak lazım; “Divan şiirini neden anlayamıyorum?” “Anlaşılmıyor” dersek başkalarını suçlarız. “Ben bunu neden anlamıyorum, bende bir eksiklik mi var?” dersek, o zaman kendimizdeki eksikliği görürüz, ona göre bu soruya yaklaşırız. Biz şimdi, Divan şairleri neden bu kadar yüksek şiirler söylemişler diye onları suçluyoruz. Hayır! Kendimize sormamız lazım; “bu kadar güzel şeyler söylediler de adamlar, peki ben bunu neden anlayamıyorum?” İnsanların kendilerine böyle sormaları gerektiğine inanıyorum.
Günümüz şiiri anlaşılıyor mu? Anlaşılıyorsa, anlaşılırlık şiirin kalitesi için bir ölçü müdür?
Şiirde anlaşılırlık da, anlaşılmazlık da ölçü olamaz. Şiir ruha hitap eder, şiir gönlün yeridir. Gönlün bir şeyi anlamaya değil, hissetmeye ihtiyacı vardır. Anlamak zihnin işidir. Zihin nesirle düşünür. Halbuki gönül şiirle, kafiyeyle, uyakla, ahenkle, ritimle hisseder. Onun için, bir şiirin zihnen anlaşılmasından öte, o şiirin bize kattığı duyguları önemsemek lazım. Şiir anlaşılmazsa o şiir suçlanamaz. Biz anlamıyoruzdur. Şiir bir yabancı dilde eser gibidir. Ve biz şiirin karşısında yabancı dili öğrenmeye çalışan insanlar gibiyiz. Hepimiz bildiğimiz ölçüde şiire yaklaşabiliriz. Ben bugün acılar içerisinde kıvrandığım bir anda okuduğum şiirle, sevinçten uçtuğum bir günde okuduğum şiir, yahut da aynı şiiri bugün okumakla yarın okumak arasında bir fark vardır. Bugün okursam böyle anlarım, bu perspektiften görürüm. Yarın okursam başka türlü anlarım, başka bir perspektiften görebilirim. Yarın benim farklı bir yönüme hitap edecek aynı şiir, bugün çok daha değişik yönüme hitap eder. Onun için şiirde anlaşılmak gibi bir kaygı söz konusu değildir. O okuyucunun problemidir.
Günümüz şairlerinin Divan şiirinden etkilendiğini düşünüyor musunuz?
Etkilenenler var tabii. Etkilenenlerin iyi şairler olduğunu da görüyoruz ayrıca. Mesela Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Beşir Ayvazoğlu… Bu isimleri çoğaltmak mümkün. Bu isimlerin toplum içerisindeki yerlerine bakarak bile onların gelenekten yararlanmanın faydasını nasıl gördüklerini anlamış oluruz. Buradan hareketle gelecek kuşağın şairlerinin de aynı yolu takip etmeleri gerektiğini pekiştirebiliriz. Onun için söylüyorum, geleneği bilen bir şair iyi şair olabilir. Gelenekten kopuk bir şair, havada şeyler söyleyecektir. On yıl sonra unutulur, hiçbir şiiri hatırlanmaz. Ama belirli düşünceleri özümsemiş şair daha kalıcı şeyler söyleyecektir.
Kültürünü verebilen olmak…
Evet evet. İçine sindirebilen, genlerinde taşıdığı o kıymetleri, o cevherleri şiirine sindirebilen.
Şiir üzerine epeyce konuştuk. Geçmişi irdeledik, biraz da geleceğe baktık. Bu noktadan hareketle, sizce yaşadığımız şu devirde şiir için yapılan çalışmaları yeterli buluyor musunuz?
Hayır. Ben mesela şiir lisesi açılmasını çok lüzumlu görüyorum. Sadece şiir öğreten bir lise açılmalı. Bu coğrafyada herkes şairdir. 17 yaşına gelince hepimiz şiir yazarız. Ama şiir okumak hiçbirimizin alışkanlığı değildir. Onun için şiir kitaplarının tirajları çok düşüktür. Ama eğer bir şiir lisesi açılırsa; o şiir lisesinde gerçekten şiir eğitimi verilip, şiir tanıtılıp, şiir okunup, şiirle ilgili yeteneği olan insanlar geliştirilecek olursa; o zaman bu iyi bir edebiyat lisesi olabilir. Birincisi budur. İkincisi, şiir adına yapılan ne vardır? Hiçbir şey yoktur. Sadece şiir hepimizin vazgeçemediği bir öğedir, buna rağmen şiire hiçbir yatırım yapmayız. Mesela şiir geceleri düzenlemek bizde yaygın değildir. Gittikçe yaygınlaşıyor ama yeterli değil. Mesela şairleri sponsorların korumaları gibi herhangi bir gelenek bizde oluşturmamıştır. Eskiden öyleydi. Mesela, şairler bir araya gelip bir etkinlik yaptıklarında yer yerinden oynamaz bu ülkede ama eskiden oynardı. Bir de şiiri reklam panolarında görmediğimiz müddetçe, TV reklamlarında şiirlerin yer aldığını görmediğimiz müddetçe şiire yeterli ilgiyi göstermiş sayılmayız. Hayat böyle yönlendiriliyor, şiir bunun dışında kalıyor. Hayat sokakta, hayat reklam panolarında, hayat sinemalarda ama, şiir buralardan uzak; sokakta şiir yok.
Bunun nedeni ne acaba?
Fazla maddeci bir toplum olmamızdan. Eskiden biz bir gönül medeniyeti idik, gönlümüzle mutlu olurduk. Şimdi mutluluklarımızı paranın peşinde koşturmakta, midemizin arkasında zannediyoruz.
Bilindiği üzere, toplumumuz okumayı sevmiyor. Sizce bu kaliteli eser vermemekten mi kaynaklanıyor?
Doğru. Ben de aynen bu şekilde düşünüyorum. Çok iyi bir tespit sizinkisi. Ben Türkçe’nin korunması için de aynı şeyi düşünüyorum. Türk dilini korumanın yolu, kelimelere pasaport vermek yahut da şunlar yasaklansın, şunlar kullanılsın demek değildir. Türk dilini korumanın yolu, çocukların ellerine bu dille yazılmış güzel kitaplar vermektir. Şimdi ben gençlere hiç gücenmiyorum. Türk Edebiyatının bugünkü durumu için kendi neslimi suçlu buluyorum. Anarşi döneminde yetişmiş nesli suçlu buluyorum. Bizim de zamanımızı öyle harcadıkları için biz de belki bir nebze mazur görülebiliriz. Ama yine de suçluyuz. Neden? Çünkü gençler çeviri romanlar okumak zorunda kaldı. Gençler, çeviri televizyon dilini Türkçe diye öğrenmek zorunda bırakıldı. Halbuki bu ülkenin yazarları çok güzel eserler yazmış olsaydı, gençler de Türkçe’yi televizyondan değil de, okuyacakları o kitaplardan öğrenmiş olsalardı böyle olmayacaktı toplum; 350 kelimeyle konuşuyor olmayacaktık. Daha da önemlisi biz gençlere okuma alışkanlığını bu yüzden veremedik. Gençlerin okuma alışkanlığı, bu dilde güzel eser yazılamamasından dolayıdır.
Bu biraz da arz-talep meselesi değil mi? Zira biraz önce söylediğiniz, “toplumda şiire, yazara yer ayrılmıyor” ifadesinin uzantısında yazarı küstüren bir durum ortaya çıkıyor herhalde.
Evet doğru. Ama buna rağmen, bir politika olarak bile yazara, şaire yeterli değeri bu ülke vermeliydi. Bu ülke onlara o değeri vermediği için, onlar da bu ülkeye kitaplar veremediler. Tamam bu bir kısır döngü, iç içe geçmiş vaziyette. Ama ne olursa olsun şairler, yazarlar ülkeden daha suçlu. Büyük yazarlar yetiştirebilseydik, devam ettirebilseydik… Mesela, Cumhuriyetin ilk yıllarına bakın, ne kadar büyük yazarlar var. Ondan sonraki dönemde aynı bollukla, gürlükle gelmedi. Gelmeyince ister istemez, bir Barbar Katland’ın eserlerini tercüme edip, Jack London’ın eserlerini tercüme edip çocukların önüne attık. Hem de ucuz tercümelerle. O çevirmenin bildiği Türkçe’yi biz, Türk dili şaheseri gibi sunduk. Televizyonlara film getirdik, onları seslendiren adamların dilini Türkçe diye sunduk. Türkçe bu hale gelince, Türkçe ile de güzel eser yazılamaz oldu. Güzel eser yazmaya kalkınca seni anlamadılar. Anlamayan nesil seni okumamaya başladı. Hepsi birbirinin içine girmiş vaziyette. Ama bu düzeliyor. İyi yazarlarımız yetişmeye başladı. Artık Türkçe’nin gücünü de hisseden yazarlar var. Bazı kafalar hâlâ hissetmese de Türkçe’nin eser verme dönemi başlamıştır. Bundan sonrası kolaydır.
Son olarak okuyucularımıza, toplumumuza neler söylemek istersiniz.
Çok okusunlar, çok okumazlarsa geleceğe hazırlanmış olmayacaklar. Bir yabancı dili mutlaka bilsinler. Yabancı dille eğitim alsınlar demiyorum. Bir yabancı dili öğrensinler. Eğer bundan onbeş, yirmi yıl sonra bir yabancı dil bilmiyorlarsa, hele hele İngilizce’yi bilmiyorlarsa; gençlerimiz kendilerini eskimiş, pörsümüş, bir kenara itilmiş hissedecekler. Yabancı dil bilen, çok okuyan ve kendi kültürüne sahip çıkan insanlar; işte geleceğimizin insanı budur, dünya insanı budur. Geleceğimizin Türk insanı değil, geleceğimizin dünya insanı mesleğinde başarılı, yabancı dil bilen, kendi kültürüne sahip olan kişidir. Çünkü dünya küçülüyor ama farklılıklar öne çıkıyor. Bu nedenle gençlerimiz kendilerini, ait oldukları kültürün içinden öğelerle beslemeliler.
*
Söyleşi: Seyfullah Aslan
www.gencgelisim.com