Sinemada Duru ve Şiirsel İfadenin Ustası Nuri Bilge Ceylan

0
1141
"Sinemayı seçtim çünkü yapmayı daha fazla istediğim bir şey yoktu. Üniversitede elektrik mühendisliği okudum, ancak bu işin bana göre olmadığını hissettim. Elektrik mühendisi olarak çalışamazdım. Aynı zamanda fotoğrafçıydım, ancak hayatta ne yapmak istediğimi tam olarak açıklayamıyordum. Bu nedenle karar vermek için yolculuğa çıktım. O dönemlerde Batı'da yaşamak istemiştim, Londra'ya gittim. Burada 6 ay kaldım, garson olarak çalıştım. Bu arada ne yapmak istediğimi sorguluyordum. Bir cevap bulmalıydım. Boş vakitlerimde kitapçılara gidip farklı konularda okumalar yapmaya başladım…

 

 

 

 Özlem Kocukeli ozlem@gencgelisim.com

 

1959'da İstanbul'da dünyaya gelen Nuri Bilge Ceylan, iki yaşında gittiği memleketi Çanakkale'de 10 yaşına kadar kaldı. İstanbul'a geldikten sonra akrabalarını sık sık ziyaret etti. Bu nedenle oradaki yaşam ve insanları çok iyi tanıyor. Ruhu hem şehir hayatının hem de kasaba hayatının kazıdığı izlerle dolu…
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü bitirdi. Ancak bu meslek ona göre değildi. 80'lerin ortasında Londra'da yalnız yaşadığı dönemde tutuldu sinemaya. Garsonluk yaparak para kazanıyor, kitapçıları geziyor, sinemaya gidiyor ve elbette burada Tarkovsky'i keşfediyordu. Oldukça mutsuz bir dönemdi onun için. Londra'dan ayrıldı ve Himalayalara gitti. Bakalım bundan sonra neler olacaktı. Nuri Bilge Ceylan'ın dilinden dinleyelim:

Budist Tapınağında Gelen İlham ve Askerlikte Başlayan Yönetmenlik Tutkusu
"Sinemayı seçtim çünkü yapmayı daha fazla istediğim bir şey yoktu. Üniversitede elektrik mühendisliği okudum, ancak bu işin bana göre olmadığını hissettim. Elektrik mühendisi olarak çalışamazdım. Aynı zamanda fotoğrafçıydım, ancak hayatta ne yapmak istediğimi tam olarak açıklayamıyordum. Bu nedenle karar vermek için yolculuğa çıktım. O dönemlerde Batı'da yaşamak istemiştim, Londra'ya gittim. Burada 6 ay kaldım, garson olarak çalıştım. Bu arada ne yapmak istediğimi sorguluyordum. Bir cevap bulmalıydım. Boş vakitlerimde kitapçılara gidip farklı konularda okumalar yapmaya başladım. Çok yalnızdım ve her gün sinemaya gidiyordum. Bu süre zarfında yaşamak istediğim yerin Batı olmadığını anladım. Bir gün kitapçıda Himalayalarla ilgili bir kitap buldum ve cevabın belki de orada olacağını düşündüm. Bir sonraki durağım Nepal'di.
Nepal'de geçirdiğim ilk birkaç ay sonunda bir Budist tapınağında oturup dağlara bakarken ülkemi çok özlediği fark ettim. Yaklaşık bir yıldır doğduğum topraklardan uzaktaydım ve askerliğimi de yapmamıştım. Hayatta ne yapacağıma dair bir karar vermeyi erteleyip askerlik görevimi yerine getirmek üzere ülkeme dönebilirdim. Bu beni oldukça heveslendirmişti. Bence insanın bir otoriteye ihtiyacı var, özgür olmak zor iş. Askerlik gibi bir zorunluluk o an benim için harika bir dayanaktı. Okuldayken toplumdan oldukça uzak bir hayatım vardı, askerde ise Türkiye'nin dört bir yanından farklı insanlarla tanışma imkanım oldu. Bu deneyim, içimde ülkemin insanlarına karşı bir aşk yarattı.
Askerde de okumayı sürdürdüm. Polanski'nin otobiyografik romanı, içimde bir şimşek çakmasını sağladı. Yoksul bir mahallede başlayan ve muhteşem bir şekilde değişen bir hayat… Ben de film çekebilirdim. Sinematografinin teknik yönünü anlatan kitaplar okumaya başladım. Bir yönetmen olmaya karar vermiştim. Askerlik sonrasında yeniden Londra'ya gittim, bu kez film okulunda eğitim almak için… Ancak çok pahalıydı ve Türkiye'ye dönüp iki yıl çalışarak para kazanmam gerekti. İngiltere'ye ilk gelişimden o yana 10 yıl geçmişti ve her şeye yeniden başlamak oldukça zor olacaktı."

 

Koza'dan Üç Maymun'a  Filmleri ve Ödülleri
Mimar Sinan Üniversitesi'nde iki yıl sinema eğitimi gördü Nuri Bilge Ceylan. 1980'lerde kimi portfolyoları Gergedan gibi dönemin nitelikli kültür ve sanat dergilerinde yayınlanan Ceylan, yaptığı filmlerin yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlendi. Sinemaya Koza adlı kısa filmiyle adımını atan Ceylan bu filmiyle, Cannes Film Festivali'nin ilgili bölümüne katılma başarısını gösterdi. 1997'de ilk uzun metrajlı filmi olan ve başta Berlin Film Festivali olmak üzere pek çok dünya festivalinde gösterilen üç bölümlü, otobiyografik ve pastoral Kasaba filmini, 1999 yılında da bir meta-film olan ve ilk iki filmdeki otobiyografik temayı sürdüren ve büyük başarı kazanan Mayıs Sıkıntısı'nı çekti. Film, Berlin Film Festivali'nin yarışmalı bölümünde gösterilmişti. 56. Cannes Film Festivali'nde yarışan ve favori filmler arasında gösterilen Nuri Bilge Ceylan'ın 2002 yapımlı dram filmi Uzak, Altın Palmiye'den sonra festivalin ikinci önemli ödülü olan 'Büyük Jüri Ödülü'nü ('Grand Prix') aldı. Filmde yalnız ve yabancılaşmış iki kuzeni oynayan filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve bir trafik kazasında ölen Mehmet Emin Toprak da 'En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü paylaşarak Türk sinema tarihinin en parlak başarılarından birine imza attılar. Ceylan'ın dördüncü uzun metrajı İklimler, 2006 Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümüne kabul edildi. Son olarak 2008 Cannes Film Festivali'nde Üç Maymun filmiyle "En İyi Yönetmen Ödülü"nü aldı.

Anlatımdaki Basitlik ve Karakterlerdeki Gerçeklik
Nuri Bilge Ceylan, karakterlerindeki evrenselliği çeşitli yollarla sağlıyor. Öncelikle, sessiz ve belli belirsiz bir yöntemle büyük soruyu ortaya koyuyor: "Hayatlarımızla ne yapıyoruz? Geçmiş, şimdiyi ve geleceği nasıl ve neden etkiliyor? İhtiyaç ve isteklerimizi gerçekliğin hayal kırıklıklarıyla barıştırmayı ve uzlaştırmayı nasıl başarıyoruz? Dünya hızla değişirken ve insanlar daima sahip olduklarının daha iyisini elde etme çabası içindeyken ailemizle ve arkadaşlarımızla ilişkilerimiz nasıl bir boyut kazanıyor?"
Bu soruların peşinden, Nuri Bilge Ceylan'ın çağdaşlarından ziyade sanatsal başyapıtların yönetmenleriyle daha çok benzer yanlarının bulunduğunu görüyoruz. Bunu, hikaye ederken kullandığı basitlik ve ayrıntılara odaklanışıyla başarıyor. Film içinde çınlayan öyküler, yönetmenin kendi deneyimlerini ve yaşantısını aktarıyor. Yaşamından esinlendiği hikayeleri kendi yazıyor, kendi yönetiyor Nuri Bilge Ceylan. Karakterler oldukça sağlam, çünkü Nuri Bilge'de hepsinden bir parça var. Karakterlerin çevresi, gezip dolaştıkları yerler, takıldıkları mekanlar, tercihleri, özlemleri aynı zamanda Nuri Bilge Ceylan'ın zaten.
Bu karakterleri ve olayları bize öyle aktarıyor ki, onları çok yakından tanıdığımızı hissediyoruz.
Şiirsel Anlatım, Mevsimin Renkleri ve Ayrıntılarda Saklı Mizah
Nuri Bilge Ceylan'ı "gerçekçi" olarak tanımlamak yetersiz olur. Samimiyeti ve sanatsallığını inandırıcı bir zemine oturtan güçlü içtenliği yanında Nuri Bilge'nin filmleri şiirsel bir altyapıya sahip. Anlatım ve görsel stil açısında empresyonist olarak tanımlayabileceğimiz filmlerinde ince metaforlara, tekrarlara, kafiyelere, ritmik esnekliğe önem veriyor. Mevsimlerle, ses ve ışıktaki değişimlerle gelen zaman ve mekan algısına ve bunun insan ruhu üzerindeki etkilerine karşı oldukça duyarlı. Filmlerindeki mizah da gözlerden kaçmıyor.
Biraz dikkat ederseniz, karanlık sahneler, kimi zaman anlamsız ve ruhsuzca duran karakterler, absürdlükler içinde sizi gülümsetecek detaylar saklı.

Sinema Ruhunu Nasıl Etkiledi?      
"Sinemayla ruhum huzura kavuştu diyebilirim. Tıpkı bir terapi gibi… Karanlık ve kötü yönlerini filmdeki karaktere aktarıyorsun ve böylece onlardan kurtulmanın bir yolunu bulmuş oluyorsun ya da en azından bu özelliklerini kontrol etmeyi öğreniyorsun."

Filmlerindeki Mizah ve Çehov Etkisi
"Filmlerimde analitik bir yol izlememeye çalışıyorum, ancak pek çok trajik olayın içindeki mizahı gözardı edemiyorum. Bence mizah, trajedinin kardeşidir. Mizahla birleştirilen trajedi daha inandırıcı ve ikna edicidir. Çehov'u çok severim, belki de böyle düşünmemi sağlayan Çehov'a olan düşkünlüğüm. Eğer Çehov'u çok fazla okursanız, yaşama onun baktığı gibi bakmaya başlarsınız. Sanırım onun etkisiyle ben de trajik olan bir şeyde eğlenceli bir yan görürüm. Yaşamı katlanılır kılan da bu belki."

Yalnızlık Temasına Neden Bu Kadar Önem Veriyor?
"Gençliğim yalnızlığın karanlık zindanlarında geçti sayılır. Ama insanın toplumdaki yalnızlığı kadar evrendeki yalnızlığı da beni ilgilendiriyor. Bu nedenle insanın varoluşunu kozmik bir boyutla da ilişkilendirebilmeyi isterim. Belki bu nedenle hayvanlarla insanların ortak bir kadere sahip olduğunu hissettirmeyi deneyen detaylar koymaya çalışıyorum biraz. Sosyal meseleler doğrudan ilgimi çekmiyor. Güncellik de öyle… Zamanın acımasız geçiciliği karşısında hissedilen bir tür eziklik duygusu kendisini dayatıyor. Dünyaya uçaktan bakınca, bizi ezen, üzen bir sürü mesele ufalır da, insanı garip bir duygu kaplar ya, sanki her şey başka bir bütüne bağlıymış gibi bir şey. Sanki tüm bunlardan, tüm yaşananlardan çok daha hayati, çok daha başat bir şeyler varmış gibi… Sanırım, bende bu tür duyguların normalden fazla oluşu, beni ideolojik, güncel ya da zamana bağlı meselelerden biraz uzak tutuyor."

Hangi Sanat Dalı Ruhunda Daha Baskın?
"Tüm sanatları kullanarak size önemli geleni ifade edebilirsiniz. Ama bazı sanatların ifade potansiyelinin daha fazla olabileceğini de kabul etmek lazım. Bana göre edebiyat, içlerinde en güçlü olanı. İnsan ruhunun derinliklerine en fazla nüfuz etme kabiliyetine sahip olanı. Sinemanın yarattığı en büyük eserlerle en büyük romanları karşılaştırdığımda sinemanın henüz o derinliğe ulaşamadığını düşünüyorum. Beni en çok etkileyen film ile en çok etkileyen romanın ruhumdaki etkilerini karşılaştırdığımda da aynı şeyi görüyorum. Sinema henüz bir Dostoyevski çıkarabilmiş değil.” 

 

Filmlerinde Neden Akrabalarına Rol Veriyor?    

Nuri Bilge Ceylan için küçük olan güzeldir. Bu nedenle oyuncu kadrosu mümkün olduğunca az sayıda kişiden oluşuyor. Oyuncuları ailesinden ve akrabaları arasından seçiyor. Kendisinden hiç de farklı olmayan kişileri anlatıyor.
"İlk kısa filmimde babam ve annem rol almıştı; çünkü profesyonellerle çalışmak beni korkutmuştu. Oyunculara karşı rahat ve açık olmalıydım. Bu ilk denemede onlarla çalışmak hoşuma gitti ve devam ettim. Amatörlerle çalışmam kendime güvenmeyişimle başladı, ancak daha sonra bu hoşuma gitti ve sürdürdüm."

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız