Drama Sanatı

0
792

Tiyatro, bütün sanatların bireşimidir. Ayrıntılı bir biçimde değerlendirilmesi gereken beş temel alanı vardır: yapıt, oyuncular, tasarımcılar, yöntem ve seyirciler… Yüzyıllar boyu güzel sanatlar kapsamı içinde dans, müzik, şiir ve yazın, yontu, resim ve mimarlık ele alınmıştır. 19′ cu yüzyılın ikinci yarısından bu yana tiyatro alanında olan gelişmeler ve özellikle uygulama alanındaki atılımlar yukarıdaki listeye bir yenisini ekledi: tiyatro. Oysa eskiden tiyatro, yazının bir dalı olarak düşünülürdü. Bunun böyle olmadığı, yani tiyatronun yazının bir dalı değil de, başlı başına bir sanat dalı olduğu sonunda anlaşıldı. Zaten tiyatro sanatına şöyle dikkatlice bir bakarsak, bütün sanatları kullanan ve bunları uyumlu bir bireşime götüren tek sanat olduğunu izleriz. Dansın gövdesel hareketleri ve anlatımları, müziğin tartımı, melodisi ve uyumsal bütünlüğü, yazının ölçüleri ve sözcükleri, plastik sanatların çizgi, biçim, yığın ve renk uyumları tiyatro dediğimiz olgunun tamamlanmasında yer alır.
Tiyatronun güç kaynakları resim, müzik, yazın sinema, fotoğraf, mimarlık, yontu, dans, vb. gibi sanat, toplumbilim, ruhbilim, tarih, felsefe, dil, halkbilim gibi bilim, dekor, giysi, ışıklama, oyunculuk vb. gibi teknik dallardır. Bütün bunların tamamlanmış bir tiyatronun gösterisinde tiyatro tarafından özümlenebilmesi için bir bütünlük, gerekli vurgular, tartımlar, dengeler, oranlamalar, uyum ve çekicilik içinde birleştirilmiş olmaları zorunludur. Bunun için, tiyatro, yazından farklıdır. Tiyatro yapıtı, yazın kurallarından apayrı, kendine özgü kuralları ve nitelikleri olan bir yaratıdır. Metin , tiyatronun yalnızca bir parçasıdır. Tiyatro metinsiz de varolabilir. Tiyatronun başlangıcında yazı değil, hareket vardır. Ancak metin, tiyatro olgusu içinde önemli bir öğedir. Tiyatro, metni aşarak ama yine de ona dayanarak, oyuna birtakım bağımsız, yaratıcı öğeleri getirir, söze can katar, sözü bir görünüşe, düşünceyi bir eyleme sokar. Kısacası, tiyatro yazının değil; yazın, tiyatronun bir parçasıdır.
Tiyatral yapıt, daha doğarken yazınsal yapıttan ayrılır. Her şeyden önce, sözcük biçimleri saptanmış yazın, tek kişinin yaratıcılığına dayanır. Tiyatro ise birliktelik başarısı ile ortaya çıkabilir; çünkü birçok gücün birlikte, uyumlu yaratısına bağlıdır. Oyun yazarının, dramaturgun, yönetmenin, tasarımcıların (dekor, giysi, ışıklama, vb.) oyuncuların, dansçıların, bestecilerin, çalgıcıların, sahne teknisyenlerinin, suflörlerin, çağırıcıların ve daha bir çoklarının hep birlikte, uyumlu ve dikkatli çalışmaları ile tiyatro gerçekleşebilir. Ancak bu birliktelik de yeterli değildir; tiyatronun varolması için seyirci gereklidir. Tiyatronun anlamı seyirci ile ortaya çıkar; çünkü tiyatronun yaşaması, sahneden seyirciye, seyirciden sahneye olan kan dolaşımına bağlıdır. Bunun içinde, deyirci topluluğunun yapısı, sahneye koyuş biçimi ve oyuncuların özellikleri oranında önem kazanır. Kısacası, tiyatro yapıtı, yaratıcı özelliği, her oynanışta yeniden oluşan, çoğu kez de hiç yazınsal olmayan kaynaklardan gelen çeşitli güçlerin iç içe dokunmasıyla kazanır. Bir de bunlara, her çağda başka türlü yorumlanabilmesine karşın, yine aynı kalan yazınsal metinle, her çağda değişen tiyatral metin arasında temel ilkelerden gelen ayrım eklenebilir. Ünlü ingiliz yönetmen Peter Brook’ un dediği gibi, “tiyatro, sürekli devrim demektir.” Durmadan gelişen ve değişen insanoğlu ile iç içe bir sanat olan tiyatro, aynı zamanda bir insan bilimidir de… ünlü avusturyalı pedagog ve kültür tarihçisi Richard Meister, tiyatro bilimini, başlangıçtan bu yana gelişen, kültürü ve sanatı kapsayan ” sistematik bir ruh bilimi ” olarak nitelendirir. Bu açıdan meister, tiyatro bilimine, “özel kültür bilimi ” deyimini kullanmıştır. Tiyatral metin çağların baş döndürücü gelişmesine koşut bir biçimde değişir, kendini yeniler ve içinde bulunduğu çağın profilini ortaya çıkarır.
Bu devinim içinde, tiyatro yapıtının geçici niteliği, kişiyi, tiyatro sanatını yeniden kurmak için ön çalışmalara zorlar. Tiyatro, yazından çok arkeolojinin yöntemlerine benzerlik gösterir. Örneğin, tiyatro araştırmaları (yazından çok başka bir yolda) bir çok çizgiyi bir araya getirerek, isterse binlerce yıl öncesinden olsun, tümünde,düşünceyi, üslup tarihini, tekniğini, toplumsal sonuçları çıkarabilmek için canlandırmak zorundadır. Sözgelimi, dekor yorumu, söz yorumu kadar önemlidir. Dekor ise, maske sanatını, hareketlerin simgelerini, giysi özelliklerine olan ilişkiyi, ışıklamanın büyüsünü ve sahne etmenlerini kapsayacak biçimde hazırlanmalıdır. Yazın alanının değerlendirme ölçütleri ile tiyatronun ölçütleri arasında önemli bir ayrım vardır. Yazınsal bir yapıtın değerlendirilmesinde verilen yargıda zaman aşımı en önemli ölçüttür. Yüzyılları aşarak gelen bir yazınsal yapıtın etki gücü bu değerlendirmede önemlidir; bunun için, göreceli de olsa, o yapıtın yazın açısından yetkin olması gerekir. Oysa bu bir sahne yapıtını değerlendirmede söz konusu değildir. Tiyatroda metin yalnızca ateşleyici bir öğedir. Tiyatro sanatını değerlendirebilmek için yalnızca metin dili değil, yaratıcı bir oyun düzeninin, dekorun, giysinin, ışıklamanın ve benzerlerinin dili de önem kazanır. Bu saydıklarımızın değer ölçütleri ise birbirinden değişiktir. Bir sahne yapıtı, yazın tarihçisinin ya da incelemecisinin güzel duyusal ölçütleri açısından değerli bulunmayabilir, ama aynı yapıt, tiyatro incelemecileri tarafından, tiyatro tarihi ve getirdiği katkı açısından ya da sahneye konuş yönünden ya da oyunculuk sanatında önemli bir yapı değişikliğine olanak tanıdığından değeri çok büyük olarak saptanabilir. Buna bir örnek Musahipzade Celal’ in oyunlarıdır. Bunlar yazınsal değerlendirmede “hafif ” ya da “değersiz” görülmesine karşılık, tiyatro incelemeleri açısından “ilginç birer model” olarak ele alınmıştır.
Tiyatro incelemecisinin klasikleşmiş başyapıtları değerlendirmesi de yazın incelemecisinin değerlendirmesinden değişiktir. Seyirci, tiyatronun temel alanlarından biri olduğu için, incelemesi, o başyapıtları güncellikleri açısından ele alır. Aiskhilos’ un Prometheus’ u, ya da shakespeare’ in Macbeth’ i bugünün seyircisi için neler getirir ve hangi açıdan günceldir, sorusunun yanıtı tiyatro açısından önemlidir. Ayrıca, birde bu oyunların hangi seyirci için oynanacağı göz önünde tutulur; çünkü tiyatro sanatının tamamlanması için seyirci önemlidir; oyuncusuz tiyatro olamayacağı gibi seyircisizde tiyatro olamaz. Yazın alanında, yazarı yazdığı metin kendi tarafından tamamlanır; basılıp kitap durumuna gelir ve okuyucu önüne çıkar. Oysa tiyatro da yazarın metni, ancak bir çok çalışanın yaratısı ile hazırlanır ve seyirci karşısına çıkınca tamamlanır. Oyun yazarı, yönetmene, oyuncuya, dekor ve giysi sanatçısına, ışıklama uzmanına, çeşitli teknik ve yönetsel öğelere bağımlıdır. Bunun için, oyun yazarının ortaya çıkardığı metin, genellikle, olduğu gibi oynanabilecek bir metin değildir. Çoğu kez zorunlu olarak, bu metin üzerinde dramaturgi çalışması yapılarak, metin oynanılabilecek duruma getirilir. Metni, ille de yazarın istediği biçimde oynamak kişiyi yanlışa götürebilir. Çünkü az önce de açıkladığım gibi, yazın alanının değer ölçütlerini, tiyatro alanında kullanmak yanlıştır.
“Drama” eski yunanca da “bir şey yapma” ya da “yapılan bir şey” anlamında kullanılırdı. Bu sözcüğün eski yunanca da ki başka bir anlamı da “oynamak” tır. Ancak antik tiyatronun gelişmesinden bu yana, bu sözcük yalnızca “herhangi bir kimsenin herhangi bir şey yapması ” değil, belli bir kimsenin, katılanlara anlamı olan bir şey yapması dır. Klasik tanımı ile dram sanatı, “bir ya da birkaç kişinin sahneye uygun bir biçimde yazdığı, yazınsal değeri olan bir yapıttır.” Yukarıda anlattığımız nedenlerden ötürü bu tanımda bir vardır. “yazınsal değeri olan bir yapıttır” derken, yazınsal değeri olmayan bir yapıtın dram sanatı kapsamında düşünülemiyeceği savı ortaya çıkmaktadır ki, bu da çok saçmadır. Ya bir yapıtın yazınsal değeri yok ta tiyatral değeri varsa, bu, dram sanatı kapsamına alınmayacak mıdır? O zaman ne Aristofanes, ne Plautus, ne goldoni, ne deMusahipzade celal ya da Turgut Özakman bu tanımın dışında kaldıklarından oyun yazarı sayılmayacaklardır. Öyleyse, dram sanatı derken bunun niteliklerini daha kesin bir biçimde ortaya koymak zorundayız. Bunun için de dramatik olan ile olmayanı birbirinden ayırmamız gerekli. Dramatik olan, her şeyden önce insanla ilgili olan bir duygudur. İnsan yaşamını temel alan ve bu yaşamdaki bir sorunu, bir anı, bir düşünceyi ya da duyguyu ileten bir görünümdür. Dram sanatı ise bu insanla ilgili olan şeyi sanatsal bir yaratışla canlandıran üretim işidir.

Dram sanatının ilk klasik temel ilkelerini ortaya koyan Aristotales, bunu, “yaşamdaki bir olayın ya da hareketin yeniden yaratılması” olarak açıklamıştır. Başka deyişle, dram sanatı yaşamın kendi değil, ama yaşamdaki gerçekliğin yansılanmasıdır; gerçekliğin olduğu gibi aktarılışı değil, gerçekliğin belli bir kimsenin yaratş özellikleri ile yansılanmasıdır. Ayrıca, dram sanatını öbür sanat yaratılarından ayıran özellik, yansılanma işleminde yaşamın kişiler yoluyla sahne üzerinden canlandırılmasıdır. Şiir sözcüklerle, resim çizgi ve renklerle, müzik uyumlu seslerle yansılar. Oysa dram sanatında yaşamın yansılanması canlandırma yoluyla olur. Bu canlandırmada, oyuncu yalnızca insan görünümünde değil, hayvan, bitki, nesne, böcek, gibi görünümlerle de seyirci önüne çıkar. Ancak bunların tümünde odak noktası insan ve insanlığı ilgilendiren şeylerdir. Dram sanatının başka bir asal ilkesini yine Aristotales vermiştir; aksiyon. Aksiyon’ un olmadığı yerde, dram sanatı da yoktur. Bir konunun ya da kişinin sahne üzerindeki canlandırılışındaki değişiklikleri ve konunun ilerleyişini aksiyon sağlar. Aksiyon, bir nedene dayanarak değişiklik getiren ve etki uyandıran bir düşünce ya da harekettir. Bu fiziksel öğe de, dram sanatını öteki sanatlardan ayıran önemli bir özelliktir, çünkü bu fiziksel öğe canlı kişiler yoluyla var edilir.
Öyleyse, dram sanatının birbirinden ayrılmayacak temel öğeleri yansılama, canlandırma ve aksiyon dur. Bunun için, bu üç temel öğenin bulunduğu herhangi bir kısa bölüm, beş dakikalık bir konuşma, bir sözsüz oyun, bir bölge oyunu ya da kukla, sinema, opera hatta bir oratoryo dram sanatının sınırları içine girer.
Dram sanatı çeşitli açılardan incelenebilir. Öteki karmaşık sanat dallarında olduğu gibi, dram sanatı konu seçimi, oyun kişileri, konuşma örgüsünün üslubu ve havası yönünden incelenebildiği kadar, tarihsel gelişim, toplumbilim, yazarların özellileri ve dönemler açısından incelenebilir. Ancak dram sanatının incelenmesinde genellikle kullanılan iki temel yöntem vardır: 1- yazınsal yönden inceleme ikiye ayrılır : a) türleri açısından ( tragedya, komedya, melodram,fars) ve b) estetik akımlar olarak (klasisizm, romantizm, doğalcılık, simgecilik, dışavurumculuk, gerçekçilik vb…); 2- biçim yönünden incelemede oyun yapısı ele alınır: burada a) olay dizisi, b) kişileştirme ve c) konuşma örgüsü gibi teknikle ilgili öğeler üzerinde durulur. Bu iki temel yöntem açısından irdeleme işlemine sonra gireceğim. Ancak daha önce dram sanatından ayıramayacağımız tiyatro sanatı üzerinde de kısaca durmak gerekiyor. Dram ile tiyatro sanatları birbirleriyle iç içe ilişkisi olan, ama iki ayrı alanı veren kavramlardır. Her ikisinin de kendine özgü kapsamı ve sınırı vardır. Dram sanatı, tiyatro sanatının sınırlarından daha ötelere uzanırken, tiyatro sanatı da dram sanatının sınırlarını aşar. Dram sanatı tiyatro olgusunun kuramsal ve yazınsal yanını işlerken, tiyatro sanatı, bu olgunun deneysel ve görsel – işitsel yanını kapsar. Dram sanatının seyirci karşısında gerçekleşmesi tiyatro sanatı yoluyla olur. Yönetmenin, oyuncuların, tasarımcıların,teknisyenlerin ve çeşitli görevlilerin devreye girmesi bu evrede olur. Daha önce de belirttiğim gibi,yazarın yazdığı metin, seyirci önünde oynanmadıkça, bir oyun olarak tamamlanmış kabul edilmez.

Tiyatronun tamamlanmasında sonuç seyircidir. Nitekim, bugün tüm dünyada kullanılan “tiyatro” sözcüğü de, eski yunanca da ” seyir yeri ” anlamına gelen theatron’ dan kaynaklanmaktadır. Bu sözcüğün kökeni ise “seyretmek”, “görmek” anlamına gelen theaomai ve theasthai’ dir.
Tiyatro sanatının gerçek bireşimcisi yönetmendir. Sahne üzerindeki oyunun tamamlanmasında hem bir düşünür, yorumcu ve düzeltici, hem de içerikle biçimi, biçimle tekniği uyumlu bir yolda bir araya getirerek bütünlüğü kazandıran kişi odur. Onun için yönetmen, gerek bilgi, gerekse yaratı açısından olağanın üstünde bir kişidir. Onun güç kaynakları dünya görüşü, kişisel yaratıcılık ve bilimsel yetenektir. Dünyaya esnek bir biçimde, genişlemesine bakan yönetmen, dünya yüzündeki olayları yakından izleyen, bilinçli ve bunları yorumlayabilen kişidir. Bunun içinde geniş ve kesin bir bilgi birikimini ve üstün bir beğeni aşamasını kapsar. Yönetmen, başarı kazanabilmek için, bir eğitmen, örgütçü, pedagog, estet ve her şeyden önce de bir otoritedir. Yönetmenin üç yönlü bir ilişkisi vardır: yazarla, oyuncuyla ve seyirciyle. O, her üç kesime karşı da birinci derecede sorumlu kişidir. Yazarı da, oyuncuyu da, seyirciyi de alıp ilerilere götürmek zorundadır.

Oyuncu, tiyatronun iki temel öğesinden biridir (öteki de seyirci). Tiyatro, sahne olmadan da, dekor ve giysi olmadan da, ışıklama, müzik, metin olmadan da varolabilir. Ama oyuncu olmadan varolmasına olanak yoktur. Kukla ve gölge oyununu düşünsek bile, burada da kuklaları ya da tasvirleri hareketlendirip seslendiren bir oyuncu vardır. Oyuncu ile seyirci arasındaki akım, etki tepki bağı, tiyatroyu var eden temel ilkedir. Oyuncu-seyirci bileşkeni ile tiyatronun en üstün özelliğini, başka deyişle yaşayan organizmalar ilişkisini buluruz.
Tiyatro olgusunu tamamlayan, vazgeçilmeyecek, önemli sanatçılar da tasarımcılardır. Bunlar dekor, giysi ve ışıklama konusunda yaratıya gidebilen, aynı zamanda kendi işlerinin teknik yanını da bilen sanatçılardır. Sahneye konulan oyunun dekorunu, giysilerini, eşyalarını gerekiyorsa maskelerini ve ışıklamasını, yönetmenin yorumuna,üslubuna, oyunun gerektirdiğine göre önceden tasarlayıp yönetmene sunan sanatçılardır. Tasarımlarını yaparken hangi malzemenin doğru olacağını ya da hangi malzemeyle ne gibi bir etki yaratabileceğini bilirler.
Tiyatro sanatı çağıyla birlikte değişen, temel öğelerini de bu değişikliklere, yeniliklere göre kullanan bir olgudur. Bunun en önemli nedeni tiyatro sanatının, toplumun gelişmesine her yönden bağlı oluşudur. Ünlü ispanyol ozanı ve yazarı Lorca’ nın dediği gibi, tiyatro, halkın barometresidir. Bu büyük ozana göre, “tiyatrosuna yardım etmeyen,onu desteklemeyen bir halk ölmemişse bile, ölüm derecesinde hastadır.” Kısacası, tiyatro sanatı, toplumun bir aynasıdır: “ülkenin yüceldiğini ya da çöktüğünü gösteren bir barometredir.” Tiyatro sanatı, toplumdaki birikimden ve değişimden dram sanatından daha önce etkilenir. Doğal olarak tiyatro sanatını etkileyen yazarlar, yönetmenler de vardır. Ancak tiyatronun tarih içindeki gelişmesinde, tiyatro sanatının toplumdaki oluşumlardan dram sanatından daha çabuk etkilendiği saptanmıştır.
Oyun yazarının yazdığı yapıt, bir yaratmanın üstüne başka yaratılar eklenerek seyirci karşısına çıkarılır. Tiyatro yapıtının tamamlanması için uyumlu bir toplu çalışma gereklidir. Bu toplu çalışma da yazarın denetimi altında değil, yönetmenin denetimi altındadır. Tiyatro sanatının öteki dallarına oranla başka bir ayrılığı, oyun yazarının güzel duyusal yaşamı güzel ve doğru bir yolda yansıtıp yansıtmadığını anlamsı için çok sayıda kimseye ve belli bir süreye gereksinimi olmasıdır. Oyun yazarının, her yaratıcı yoluyla kendi yapıtını düzeltme, daha başarılı yapma olanağı vardır. Doğal olarak bunun tersi de olabilir. Yazar, yapıtını yetişmemiş, eğitilmemiş, bilgisiz bir topluluğa vermişse, o zaman metin başarısızlığa uğrar.

Prof. Dr. Özdemir Nutku

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız