Lilay Koradan / lilaykoradan@gmail.com
AŞK NEDİR?
Aşkın Biyolojik Tanımı
Neden aşksız yapamayız? Sadece sevmeye, sevilmeye ya da sığınmaya duyulan veya yalnızlıktan sıyrılıp bir destek, bir yoldaş bulmaya duyulan duygusal bir ihtiyaçtan mı? Aşkın psikolojik bir ihtiyaç olduğu tecrübeyle sabit bir gerçek. Bu ihtiyacı her birimiz yakından hissetmiş, aşkın yokluğunda ruhsal çıkmazlara girdiğimiz çok olmuştur. Ancak bizi aşka böylesi kuvvetli bağlarla kenetleyen sadece psikolojik ihtiyaçlar değil. Bu tarife sığmayan duygu aynı zamanda pek çok fizyolojik ihtiyacı karşılıyor.
Aşk, vücuttaki hormonal düzeyde meydana gelen değişikliklerin duygularımız üzerinde yarattığı cazibe dolu, sarsıcı, baş döndürücü bir etki, muhteşem bir tutku. Kadınlarda östrojen, erkeklerde ise testosteron aşkı davet eden hormonlar. Haz ve mutluluk hormonu olan endorfin ve birtakım biyokimyasal salgıların düzeyi de aşkla birlikte artar. Kadın ve erkeğe gençlik ve güzelliğe beslenen sevgi ve muhabbet duygularını beynimizden salgılanan bu özel hormonlar verir.Bunların çoğalıp azalmasıyla cezb olma, tutkuya kapılma, zevk alma, neşelenme, melankolik ya da platonik hisler besleme gibi durumlar alevlenir ya da söner.
Hormonal faaliyetin başlamasıyla aşk uyanır, durmasıyla da tekrar söner. Hormonların faaliyeti kadınlara nisbeten erkeklerde daha uzun sürdüğünden, erkeklerde aşkın çağı daha uzundur.
Aşık olduğumuzda hormonlarımızın daha farklı çalışmasıyla kendimizi adeta bitmemesi gereken bir yarış içinde hissederiz. Bu tempo bizi yorar, güçten düşürür. Ama bu gönüllü bir yorgunluktur. Aşk eğer karşılıklıysa, her iki taraf da aşkına yanıt bulduğu için mutlu olur ve özgüvenleri artar. Çevresindekilere pozitif enerji yayarlar. İşlerinde daha başarılı olurlar.
Ancak aşk hastalıklı olarak tanımlanan patolojik kategorisine giriyorsa, o zaman ortada tıbbi bir rahatsızlık var demektir. Patolojik aşkta kendi kendine acı çektirmek demek olan mazoşizm devreye girer. Aşkına karşılık bulamayan biri kara sevdaya tutulur ve ısrarlı bir şekilde sevdiklerinden bir karşılık bulmak ister, ona doğru aşırı bir çekim duyarlar. Buna tıpta patalojik kara sevda sendromu deniyor.
Kalp aşkın hayat bulduğu hücredir. Gerçek aşkın ruhu ve merkezi kalptir. Yüce Allah iki göz, iki kulak, iki el, iki ayak, iki dudak, iki kaş, iki kirpik ve iki burun verirken sadece bir kalp vermiş. Sizce niçin? Diğer tekini bulasınız diye…
Aşk, İki Hayat Arasındaki Tebessümdür
Hayatın manası severek yaşamaktır, mutluluğun manası severek sevilmektir. Sevgi, kalpten kalbe yol alan, ruhları zevk ve huzur alevi ile saran, her gönüle girebilen, acı ve ızdıraplarda da mutluluk bahşeden bir kudret helvasıdır.
Aşk, kalpten başka emir, irade dinlemez.
Aşk, ne çirkin, ne güzel bilir; ne zengin ne de fakir tanır. O sadece ruh oyunudur.
Aşk, yalnızca sevdiğine mahkumdur.
Aşk, mukaddes bir alevdir, kor halinde kalabilmesi için hep üflenmesi gerekir.
Aşk bir tılsımdır, merak uyandırır. Aşk bir güneştir, hayat verir.
Aşk bir çiçektir, bir bahardır; ondan neşe ve zevk tüter.
Abdülhak Hamit Tahran, sevgi ve aşkı tarif ederken şunları söylemiş: “Muhabbeti bir cihan kabul ederler, toprağını sevgilinin bedeninden yoğururlar, havasına ruh, suyuna hayat, ateşine cennet derler. Bulutlarını bahçeye, bahçelerini şafağa benzetirler. Kuşlarını bahardan, kanatlarını çiçekten, elvanını musikiden meydana getirirler.”
Abdülhak Hamit, kendi aşkını ise şöyle anlatıyor:
“Ben seni şu gönlümün çırpınması kesilinceye kadar severim. Demek isterim ki, ölünceye kadar… Ben bu gece sende kaybolup, bitmek istiyorum. Ruhum iki dudağının arasına gelmiş bekliyor. Lütfet de bir buse ile hayatım sana geçsin.”
Cenab Şahabettin, “Aşkı hiç düşünmedim, onu sadece yaşadım. Sevdim ve terennüm ettim.” diyor. Devamında şunları söylüyor: “Aşk, iki hayat arasında bir tebessüm, iki buse arasında bir şiir, iki ruhun müştereken bayılmasıdır.”
“Aşk… Öyle bir yalan ki dallarda çiçekler, yuvalarda kuşlar, her tarafta bütün eczayı tabiat birbirine söylüyor. Bir yalan ki zehir oluyor, ilaç oluyor, bade oluyor, ter, kan, gözyaşı oluyor. Bir yalan ki, asabımızla oynuyor, dimağımıza istediği şekli veriyor.
Fuzuli, “Aşk derdi ile hoşum, el çek ilacımdan tabip, Kılma derman kim helakım, zehri dermanındadır.” diyerek aşkın verdiği acı ve ızdıraplara yine aşkın derman olacağını ifade ediyor. Fuzuli sevgilisine duyduğu sevgiyi ise şöyle anlatıyor:
“Can görünmez deseler tende inanmam netekim.
Lütuftan her nice baksam tenine can görünür.
Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır.
Can içre seni sakladığım an üçündür.”
Balzac, “Aşk duyguların şiiridir.” diyor. Shakespeare ise, “Aşk bir ahu vah, çılgınca bir arzu tatlı bir deliliktir.” diyor.
Victor Hugo, 50 yıl sevgisi ile mest olduğu Jülyetine aşkını şöyle haykırıyor: “Okşayışın bana hayatı sevdiriyor. Bakışların dünyayı anlatıyor. Güzellik, zeka ve iyi kalbin var. Toplum seni benim gözlerimle görse belki kraliçe yapar.”
Aşk Hayat Bahşeder
Tüm bilge şahsiyetler, ilahi mesajlar, kutsal kitaplar aşk ve sevginin gücünden bahsetmiştir. Aşk yolları açar. Örneğin Hz. Musa’nın Yaratıcı’ya olan ilahi aşkı Kızıldeniz’i ikiye bölmesini sağlamıştır. Hz. Yusuf’un hayata ve sevdiklerine karşı beslediği aşk, onu insanlığın tahmin edemeyeceği güzelliklere taşımıştır. İlahi kitaplar yaratılan tüm varlıkları sevmeyi tavsiye eder.
Aşk bir enerjidir. Ferhat’a dağları aştıran, Mecnun’u çöllere savuran kudret aşk enerjisidir. Aşk ve sevgiyle bakan insanın ruhu aydınlıktır, gözleri ışıl ışıldır. Sevginin gücü, üzerimize yönelen negatif enerjilerin önündeki kalkandır.
Aşk, Beyin Gücüdür
Evren, bir enerji sarmalıdır. Bütün insanların etrafında varlıkları bilimsel verilerle kanıtlanmış enerji boyutları vardır. Ekstrasensler (enerji uzmanları), enerji boyutlarını kendine çeken gücü aşk olarak nitelendiriyorlar. Aşk ve sevgiye değer veren, bunları doyasıya tecrübe edebilen insanların aura’yı, yani yeryüzündeki enerji kalkanını görmeye istidatları vardır. Evrenin olumluluk ve sevgi üzerinde sapasağlam durduğu, yeryüzündeki aşk ve sevginin bittiği; çekişmelerin, çıkar kavgalarının baş gösterdiği dönemlerde türlü tufanlar, doğal afetler, açlık ve kıtlıklar yaşandığı, belalara maruz kalındığı tespit edilmiştir.
Aşk Bazen Bir Yanılgıdır
Psikologlara göre insan bazen aşık olduğunu sanır. Aslında o anda aşk sandığımız şeyin sadece fiziksel bir beğeni ve çekicikten ibaret olduğunu anlamayız bile. Çünkü hoşlanmanın dozu arttıkça mantık da o oranda geri plana düşer. Bir kişiyi aşık olmak için seçip onu zihnimizde yücelttikçe yüceltiriz. Bu aşk bizi yıpratıyor ve bize zarar veriyor olsa bile, aşkı yaşadığımız o an için gözlerimiz görmez, kulaklarımız duymaz olur. Kendimizi gittikçe daha fazla bunalıma ve çıkmaza sürükleriz.
Aşk, Bir Elektriktir
Aşk duygularının açığa çıkmasında hormonlar ile birlikte vücuttaki elektriğin de büyük bir payı vardır. Vücuttaki bu elektrik kitlesi, vücuttan hem cereyan halinde geçer, hem de dalgalar halinde çevreye yayılır. Sevgi ve muhabbet, bir duygunun cereyanı ve vücuttan vücuda yayılmasıdır.
Sevmek, sevilmek… İki kişinin birbirini etkilemesi hep bu elektriksel cereyanlardan kaynaklanır. Biz göremeyiz ama böyle bir ortamda enerji yoğunluğu vardır. Aşkı ören ve çözen cereyanlar artınca aşkın harareti de artar, azalırsa aşkın harareti de azalır.
Aşk cereyanının oluşabilmesi için birbirini etkileyeceklerin bir kudrete, bir kaynağa sahip olmaları gerekir, o da kalptir. Birbirine boruyla bağlı su dolu iki kapta, su seviyesi yüksek olandan az olana doğru akar; bu dominant akış bir cereyan meydana getirir ve kaplarda su aynı seviyeye gelince cereyan durur. Birbirine aşık iki insan arasında da durum aynen böyledir. Dominant aşık, diğer aşkı absorbe eder. Kendine çeker ve kendi benliğinde yoğurarak iki kişiden tek bir tip ortaya çıkarır. Bu durum cereyan durana kadar sürer. Tarafların hissettikleri heyecanın ve tutkunun azalması, zaman içinde birbirini eskisi kadar mutlu edememe, birbirinden sıkılma, başka aşklara yelken açma isteği, kıskançlık, ekonomik kaygı gibi durumlar cereyanı durduran etkenlerin başında gelir. Çok ateşli başlayan kimi aşkların ileriki zamanlarda hararetini kaybetmesi, söz konusu cereyanın yitirilmesindendir. İlkbahar-yaz gibi sıcak mevsimlerde güneş ışınlarının tesiri ile havadaki elektrik artar. Ormanlık, ağaçlık alanlarda, su akan yerlerde ve esen rüzgarlarda elektrik fazlalaşır. Havada elektrik çoğalınca, insanın vücudundan geçen cereyan da kuvvetlenir. Bu akım ne kadar kuvvetli olursa insanlardaki enerji ve aşk duyguları da o oranda artar. Bu sebeple insanlar, kadın olsun erkek olsun, daha çok ilkbahar ve yaz olunca aşk kokularını alır, bu arzuları şiddetlenir.
Şair Nedim, aşk mevsimini bir şiirinde şöyle yorumluyor:
Esti ilkbahar rüzgarı, açıldı güller sabah vakti,
Açsın bizim de gönlümüz,
Erdi yine erdi cennet, oldu hava amberi misk
Alem behişt, ender behişt her köşe bir cennet
Gül devri iş eyyamıdır zevki safa
Aşıkların bayramıdır bu mevsim-i zaman
Aşk Bereketlidir, Başka Aşklar Üretir
Aşkın birbirine bağladığı bireylerden sevgi tomurcukları fışkırır. Karşılıklı sevgi bir başka sevgiyi, üçüncü bir aşkı doğurur. Birbirine aşık iki insandan veya iki hayvandan bir başka aşk meydana gelir: ‘Yavru aşkı, evlat aşkı.’ Bu durum böyle sonsuza kadar devam eder. Aşk durduğu yerde kalmaz, eskimez. Çocukların varlığında yenilenir, tazelenir. Öyleyse aşk için “sonsuzdur” diyebiliriz.
Hayvanlar aleminin aşkın kattığı duygulardan en çok nasiplenen üyesi kedidir. Dişi kedi tıpkı insan gibi maddi aşktan doğan manevi aşkı doyasıya yaşar. Yavrularının yanına kimseyi yaklaştırmaz, düzenli bir şekilde yavrularını emzirir, ellerini, yüzlerini yalar, temizler, güneşe çıkarır, açık havada onlarla oynar. Dişi geyik yavrusuna saldıracak kartala saldırır. Bu aşkın tezahürüdür? Dişi pelikan, yavrusuna saldıran bir yaratığa karşı göğüslerini siper eder. Bu bir aşktır!
Dişi maymun da yavrusunun üzerin titrer. Avcı, yavrusunu vuracak olsa, bunu hemen anlar ve eliyle yavrusuna sarılarak, “Git, vurma!” dercesine yalvarıp ana aşkının, sevgisinin ululuğunu haykırır.
En yüce duygular olan sevgi ve şefkat aşk kapısını aralar. Bir kadın kocası için türlü zahmete katılır; bir erkek de kadınını şefkatle kanatlarının altına alır. Tabiatta eşini, zevk ve neşe ile büyüleyen kadının aşkı deryalardaki sonsuzluk gibidir. Bu hisler, aşkın insanlar üzerinde yarattığı doğal terapidir.
Aşkın Gözü Kör Değildir
Gözler aşkın dinamosu ve aşkı yayıcı kudrete sahiptir. Dudaklar başka şeyler söylese de gözler aşkı inkar edemez, onu susturamaz. Göz bebeklerinin içe açılması, insanın kalbinde sakladıklarını açığa vurur adeta. Aşkla bakan bir göz, hemen sevilen üzerine kilitlenir, orada yoğunlaşır. Sevilen üzerinde odaklanan böylesi bir gücü farkında olmasa da hisseder. Yani taraflar bilmese de aşk ateşi gözlerden yayılmış, her iki bedeni de sarmıştır.
Sağ göz bakar, sol göz söyler. Bir bakışın ortaya koyduğu ifade bazen yüzlerce cilt konuşmadan daha etkilidir.
Gözlerin renkleri de karşıdaki insanda farklı etkilerin oluşmasına neden olur. Yeşil gözler cilve, ela gözler neşe, kurşuni renkteki gözler zeka, koyu mavi gözler cesaret, açık mavi gözler vefasızlık, siyah gözler samimiyet, menekşe renkteki gözler durgunluk ve dinginlik ifade eder.
Şair Nedim gözlerin aşkı alevlendirişi ve dize getirişini şöyle ifade eder:
Bin dil söylersin
O göz, o söz, o parlaklık ile
Destanlar yazarsın
Sadece tek bir bakışın ile
Gözler, aşkı ve zevki heceleyen ilkbahar ıslaklığındaki esrarlı yapraklar gibidir.
Gerçek Aşk Düz Gitmez
Gerçek aşk her zaman dümdüz gitmez. Aşkınızı sınamanızı, onun engeller karşısında ne kadar dayanıklı ve güçlü olduğundan şüphe duymamanız için bu sıkıntılara katlanmayı öğrenmek gerekir. Eğer kesintisiz bir mutluluk içinde geçecek bir hayat tahayyül ediyorsanız, yolunuz üzerinde sizi bekleyen sürprizlerin bulunduğunu bilmelisiniz.
Ekonomik çıkmazlar aşk üzerine kurulu bir evliliğin temellerini sarsabilir. Taraflar aşklarının bu sorunların hepsinin üzerinde yükseldiğine ve onları aşabileceğine olan inançları yitirmişlerse önce aşk, sonra da evlilik çatırdamaya başlar. Ya da birbirini seven kız ve erkek, ailelerinin işi inada bindirmesi sonucu bir araya gelemiyorlarsa, bu durum onların aşkını bitmeye mahkum etmemeli, tersine onları birbirine daha çok kenetlemelidir.
Damat ve gelinin bindiği arabanın arkasına eski ayakkabıların bağlandığını görmüşsünüzdür. Bu adetin nereden çıktığın öğrenmek hiç aklınızdan geçti mi? Bir tarihçi, bu adetin yıllar önce bir gelinin babasının damada bir çift eski ayakkabı vermesi ile başladığını söylüyor. Damat da, otoritesini sembolleştirmek için onunla gelinin kafasına vurmuş. Yani aşk başınızı ve canınızı yakabilir. Ama bu yanıkların en güzel tedavi yolu da yine aşk olacaktır.
Kime ve neye aşık olursanız olunuz, zorluk ve müşküllerle karşılaşacaksınız. Ama her şey istediğiniz gibi olmuyor diye de bütünü kaldırıp atamazsınız. Sevgi ve bağlılıkla inşa ettiğiniz aşk sarayının, kaçınılmaz sorunlar, minik çatlaklar yüzünden yıkılmasına izin vermemelisiniz.
Aşk Öğrenilmez, Aşktan Usanılmaz
“Aşk bir sanattır.” diyor Havelock Ellis. Yani özneldir, kişiye özgüdür, kuraldan çok duygulara iş düşer. Aşkı, tıpkı bir sanat eserini olduğu gibi emek, sabır, tutku ve muhabbet besleyip büyütür.
Öğrenmenin para etmeyeceği tek gerçek, aşk gerçeğidir. İnsan yalnızlığını, ruhunun boşluğunu duyduğu zaman bir his alevlenir; işte bu hissin adı aşka duyulan özlemdir. Tatlı bir gülümseme, sıcak bir bakış insana neşe verir, bazen sadece bunlar bile aşkı doğurmaya yeter. Burada öğrenilerek yapılan hiçbir şey yoktur.
Kimi zaman öğrendiklerimizi uygulamaktan, hayata geçirmekten sıkılırız, yoruluruz. Oysa aşk ve muhabbet, hayatta usanılmayacak şeylerin başında gelir.
Sevgi ve muhabbetten yoksun bir kalp taşıyan kişi, içi boş bir çuval gibidir. Dik durmaz, yere yığılır. Çocuk annesini, ana yavrusun sarar. Eş eşini, dost dostunu daha çok muhabbet ve daha çok sevgi beklediği için arar. Hepsi birbiriyle huzur bulur, hepsi birbirinden haz duyar. Bu bitmeyen, tükenmeyen, sonsuz bir bağlanıştır.
August Comte, “On ce lasse de tout mais on ne ce lasse jamais d’aimer.” Yani: “İnsan her şeyden usanır, yalnız sevgiden ve muhabbetten usanmaz.” demiş.
Seksen yaşındaki bir kadına sormuşlar:
– İnsan kaç yaşında aşkın pençesinden kurtulur?
Kadın fena sinirlenmiş ve bağırmış:
– Ben daha o yaşa gelmedim ki bileyim.