Tuba Akar Kayserili
tubaakarkayserili@hotmail.com
Son zamanlarda çoğumuz hem fiziksel hem de manevi yönden zor zamanlar yaşamaktayız. Niye mi? Milenyum veya uzay, her neyse yaşadığımız çağın etiketi ne “çocuk olmayı” ne de “çocuk kalmayı” yaşatmıyor insana… Çoğumuz da şehirde büyüyen çocukluklar geçirdiysek, mahrum kaldıysak oyunlardan, pencereleri süslemişizdir sadece… Büyümemiz bekleniyor ve yetişkin oluyoruz.
Etrafımızda hep “çocuk ruhlu” insanların övüldüğü masallar anlatılıyor, siz de çocuk olmasına izin verilmeyen çocuksuluğunuzun kalıntılarıyla hiç değilse kalan çocuksuluğumu koruyayım diyorsunuz. O masum içtenliğinizle riyakar insanların masallarına inanıp, ruhunuzun teslimiyetine kadar büyümemek yemini ediyorsunuz Peter Pan ile!
Ama sonuç ne? Hüsran! Hele işiniz de çocuklarla ilgili ise büyümeye hiç imkan bulamıyorsanız, bilinmeyenler ülkesinde masalınızı yaşamaya devam edersiniz sırlarla… Tıpkı yüreği çocuk kalan ve onu asla yetişkin kalıbına sokamayan okul öncesi öğretmenleri gibi (ben de onlardan biriyim) tabi ki biliyoruz zamanın hızlı aktığını, gerçeğin kolay eskidiğini, çok şeylerin değiştiğini! Ama ruh değişmiyor işte!
Bizim insanımızın yüzdeli rakamlara gerek duymadan söyleyebileceğimiz büyük bir oranı sevgi yoksunu olarak büyümüştür. Sevdiğini söylemeye utanırdı ebeveynlerimiz. Bizim maneviyatımızın temel gıdasının “sevgi” olduğunu geç anlamadılar mı? Aktardığımızda biriken duygularımızı, yetişmiştik artık olgunluğa çoğumuz. Ancak cesaret edip, yarı sitem yarı gurur yaparak çıktığımızda karşılarına hep mahcup: “Bizim zamanımızda ayıptı çocuk sevmek” demediler mi kısaca? Kaçamak yanıtları doldurmadı o boşluğumuzu. İş işten geçmiş miydi; geçmişse biz hala neden irdeliyorduk ruhumuzun duygu yap-bozunu?
Birleştirmek için neydi bu çaba?
Farkında mıydık acaba güçlü olmak bir zırh değil, bir gereksinim oluyordu büyüdükçe… Ülkemizin şartlarında genelde orta direğin kaderidir; ucuz hayatın pahalı insanı olmak da… Bunların sonucudur belki de büyüme sancıları çekmek ömrümüz boyunca… Nasıl çocuk kalıyoruz peki kendimizi kaybederken bu kayboluşta? Anlık davranışlarımızdır aslında davranışlarımızdaki ipuçları…
Hala bıkmadan izlediğimiz çizgi filmler, tekrarlarından sıkılmadığımız masallar, çikolata kağıdının parlaklığının verdiği mutluluk, yeni yağan karın parlaklığının büyüsü, ufacık bir ödüle duyulan sıcaklık, ayrıştırılmamış bütünlükte iç huzur… Bir yakalasak gerçekten samimice.
O zaman ışıldarız işte çocukluğumuzun berrak sularında. Ya da modernizmin yazgısına uyarak çocukluğumuz seslenir bize usulca:
Beni güzel hatırla, farz et ki bir rüzgârdım,
Esip geçtim hayatından ya da bir yağmur,
Sel oldum sokağından, toprak çekti suyumu
Kaybolup gittim, belki de uyandın ve ben bittim…