Başaklar Gibi Olgunlaşabilmek

0
916

Tuğçe ile Nazım, Orta Anadolu’da yaşayan ve Anadolu insanının özelliklerini yansıtan güzel bir ailenin güzel çocuklarıydı. Recai Bey ve Hafize Hanım, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirebilmek için her türlü fedakârlığı göstermişler, sıkıntılara birlikte göğüs …

 

 

 

 

 Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com

Tuğçe ile Nazım, Orta Anadolu’da yaşayan ve Anadolu insanının özelliklerini yansıtan güzel bir ailenin güzel çocuklarıydı. Recai Bey ve Hafize Hanım, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirebilmek için her türlü fedakârlığı göstermişler, sıkıntılara birlikte göğüs germişlerdi. “Yitik bulununca emek zayi olmaz” misali, çocukları da yüzlerini kara çıkarmamıştı. Tuğçe doktor olmuş ve başarılı bir cerrah olarak adından söz ettirmeye başlamıştı. Nazım ise öğretmen olmuş, zaman içinde tecrübesiyle velilerin ve öğrencilerinin gözdesi olmayı başarmıştı.
    Tuğçe ile Nazım, mesleki kariyerlerinin yanı sıra insani özellikleriyle de ailelerinin gurur kaynağıydı. Kendileri zor koşullarda okudukları için her ay gelirlerinin bir bölümü ile öğrencilere burs veriyorlardı. Tuğçe,  hem öğrencilerin bursunu vermek hem de kardeşini görmek için Nazımlara gelmişti. Hasbıhalden sonra okuldan ve hastaneden konuştular. Nazım’ın gözleri doldu ve titrek sesle konuşmaya başladı:
    —Abla bugün okulda ne oldu biliyor musun?
    —Hayırdır inşallah diyelim.
    —Bir öğrencim var, adı Selvinaz. Okulun açıldığı hafta ilk önce okul aidatını o getirmişti. Durumlarından hiç renk vermezdi. Geçen hafta hastalandığını öğrendim. Beş gün okula gelemedi. Bugün geldiğinde durumunu sordum, iyileştiğini söyledi. Hastalığını sordum, o da bilmiyor. Çünkü doktora gidememiş. Baba işsiz, sosyal güvence yok. Garibim evde dinlenerek hastalığının geçmesini beklemiş.
    —Dur bir dakika Nazım! Kafamı karıştırdın iyice. Sizin okul devlet okulu değil mi? Ne aidatı ne parası?
    —Doğru okulumuz devlet okulu. Para toplamak yasak. Ama kadrolu bir tane hizmetlimiz var. Bin beş yüz öğrencinin öğrenim gördüğü bir okulda temizlik için mecburen okul aile birliği aracılığıyla temizlik işçisi çalıştırıyoruz. Bu işçilerin maaşı ve sigortası okul aile birliğinden ödendiği için haliyle aidat toplanıyor. Zorlama yapmıyoruz ama Selvinaz’ın ailesi, çocukları üzülmesin, arkadaşları arasında mahzun olmasın diye en önce ödediler.
    —Herkes aynı mı peki?
    —Elbette hayır. Ekonomik olarak durumu çok iyi olduğunu bildiğimiz veliler ise hala mazeret uydurmaya devam ediyorlar. Anlayacağın ipe un seriyorlar. Okulun temizliğinden de en çok onlar şikâyet etmez mi?
    —Bizde de aynı.
    —Siz de mi aidat topluyorsunuz?
    —Yani evet, yani hayır, aman işte… Apartman aidatı topluyoruz ya… Her ay asansöre aidat ödeme bilgisini asıyorlar. Bir bakıyorum, durumu en iyi olanlar yine borçlarını ödememişler. Kendisinin, eşinin, çocuklarının altında son model arabalar. Ama apartmanda aldığı hizmetin karşılığını ödemekte zorlanıyorlar. İnsanların sırtından geçiniyorlar.
    —Ablacığım dur, yeter artık. Gören de bizi servet düşmanı zannedecek.
    —Ne alakası var canım şimdi. Bütün zenginler bu şekilde davranıyor şeklinde bir genelleme yapmadım ki. Hem mesele zenginlik ya da fakirlik meselesi değil. Asıl mesele sahip olduğu o zenginliği taşıyamamaktır. Zekâtını, sadakasını verir vermez, az verir çok verir, o konu Allah ile kendi arasındaki mesele. Ama insanların hakkını da yemesinler bi zahmet.
    —Sonunda zenginin malı züğürdün çenesini yoruyor yani.
    —Neyse yarın senin şu Selvinaz’ı bir gönder de muayene edelim bakalım. Ayrıca ailesine de destek olalım.
    —Tamam, ailesi ile görüşür size yönlendiririm. Benim melek kalpli ablacığım!
    —Aman Nazıııım! Duyan da bir şeyler yapıyoruz zannedecek. Şımartma beni.
    Yaşadığımız toplumda insanların gelir düzeyleri birbirileri ile aynı değildir. Olması da beklenemez. Toplumsal sorumluluk duygusuna sahip olan insanlar, aynı cemiyetteki hatta aynı yeryüzündeki yoksul insanların derdi ile dertlenirler. Lakin zengin insanların gelir çokluğu ile pek ilgilenmezler. Kıskanmazlar. İnsanları zenginliklerinden ya da yoksulluklarından ötürü yargılamazlar. Ancak yoksul insan yoksulluktan kurtulmak için çaba sarf etmeli, varlıklı insan da imkânlarını yoksullarla paylaşmalıdır.
    Her nimetin şükrü, kendi cinsinden olacağını düşünürsek, herkes sahip olduğu imkânları çevresi ile paylaştığı zaman sorunlar büyümekten kurtulacaktır. En azından aradaki mesafe, uçurum şekline dönüşmeyecektir.
    Önemli olan, büyüdükçe keser misali hep bana demek yerine testere misali bir sana bir bana demesini öğrenmektir. Aslolan büyüdükçe burnu havaya kaldırmak yerine omuzlara yüklenen bu ağırlığı hakkıyla taşıyabilmektir. Buğdayın olgunlaşıp, başakların içini doldurduğu mevsimde sürekli başı öne eğik olduğu gibi imkânlar genişledikçe tevazu sahibi olabilmeli, sosyal sorumlulukları hatırdan çıkarmamalı. Ama bütün bunlardan önce ailesinin, komşusunun ve çevresinin hakkına tecavüz etmeden yaşamayı öğrenmeli.
    Hz. Mevlana, içinde bulunduğumuz durumu ne kadar güzel anlatıyor:  

Şu üç sözden artık değil mi bütün ömrüm;
Hamdım, piştim, yandım.

Güçlük darlık içindeysen sabret,
Sabır gönül ferahlığının anahtarıdır.

Kim demiş gül dikenin himayesinde,
Dikenin itibarı ancak gül sayesinde…”

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız