İhsan Bey, sabah erkenden kahvaltısını yaptı. Akşamdan hazırladığı kıyafetlerini giydi. Bayrama hazırlanan çocuklar gibi heyecanla kapıya doğru yöneldi. Eşi Makbule Hanım, paltosunu ve şapkasını uzattı. İhsan Bey şapkasını ve paltosunu da giydikten sonra kapıyı…
Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com
İhsan Bey, sabah erkenden kahvaltısını yaptı. Akşamdan hazırladığı kıyafetlerini giydi. Bayrama hazırlanan çocuklar gibi heyecanla kapıya doğru yöneldi. Eşi Makbule Hanım, paltosunu ve şapkasını uzattı. İhsan Bey şapkasını ve paltosunu da giydikten sonra kapıyı açarken, Makbule Hanımın uzattığı kâğıdı aldı. Eşine sordu:
—Makbule, faturalar nerde?
—İhsancığım akşamdan cebine koydun ya!
—Hay Allah! Unutmuşum işte.
—Parana iyi sahip çık, düşüreyim çaldırayım deme ha!
—Aşk olsun Makbule! Gören de karşında çocuk var sanacak.
—Ben söyleyeyim de canım, sen yine de dikkat et!
—Tamam canım, hadi görüşürüz.
İhsan Bey, bir kamu kurumunda işçi olarak çalışmış, zamanı gelince de emekli olmuştu. Hatırı sayılır bir miktarda emekli ikramiyesi almıştı. Evi ve arabası zaten vardı. İkramiyesi ile de oğluna bir ev almıştı. Maaşı da fena değildi. Bu sabahki telâşe ise maaş alma ve borç ödeme hazırlığıydı.
Ağır adımlarla köşedeki otomatik para çekme makinesinin yanına kadar vardı. Sıra yoktu, bu iyiydi. Kartı makineye yerleştirdi ve hesap bakiyesini ekranda gördü. Maaşının yatmış olduğunu görünce çocuklar gibi sevindi. Parasını çekti, önce saydı sonra da özenle cüzdanına yerleştirdi. Cüzdanı ceketinin iç cebine koydu ve oradan ayrıldı. İlk iş tamamdı. Yatırım hesabının olduğu diğer banka şubesine doğru yürürken, arkasından bir genç seslendi.
—Beyamca! Bakar mısınız?
Arkasına döndü, delikanlıya baktı. Kuşkuyla delikanlının gözlerini ve duruşunu inceledi. Kötü bir çocuğa benzeyen hali yoktu ama yine de muhatap olmak istemiyordu. Gaspçı, dilenci, dolandırıcı olabilirdi. Para çektiğini görmüş olmalıydı. Lakin yine de dönüp baktığı için konuşmak zorunda hissetti. Kaşlarını çattı ve ağır bir ses tonuyla:
—Bana mı seslendin evlat!
—Evet efendim, bu cüzdan sizin mi? Az önce para çektiğinizi gördüm.
İhsan Bey, bir delikanlıya baktı bir cüzdana baktı. Eliyle, ceketinin iç cebini yokladı. Cüzdanı yerinde değildi. Ayrıca kendi cüzdanını tanımıştı. Delikanlı ile hiç teması olmamıştı. O halde cebine koyarken yere düşürmüştü. Genç hakkındaki olumsuz düşüncelerinden dolayı kendisini suçladı. Bu defa yumuşak ama babacan bir tonla:
—Evet delikanlı, o cüzdan benim.
—Buyrun efendim, alabilirsiniz.
İhsan Bey cüzdanı aldı, içine baktı. Parası olduğu gibi duruyordu. Bu defa cüzdanı hemen cebine koymadı. Biraz daha şefkatli bir tavırla:
—Adın ne senin delikanlı?
—Cemil.
—Ne iş yapıyorsun Cemil?
—Öğrenciyim efendim. Öğretmenlik okuyorum.
—Aferin Cemil. Geleceğin dürüst öğretmeni ile tanıştığım için sevindim.
Cüzdanından birkaç banknot çıkarttı ve Cemil’e uzattı.
—Al bakalım Cemil, bu sana harçlık olsun.
—Aman efendim lütfen. Ben karşılık bekleyerek yapmadım. Sadece insanlık görevimi yaptım.
—İyi ya işte! Benim de insanlık görevimi yapmama izin ver. Hem karşılık olarak değil, harçlık olarak veriyorum.
Cemil, parayı almama konusunda ısrar etse de İhsan Bey, banknotları Cemil’in cebine sıkıştırdı. Tekrar teşekkür ederek yanından ayrıldı. Bankaya doğru yürürken içinden, öğretmen adayı Cemil’e dürüstlüğünden dolayı yüzlerce teşekkür etti.
Bankada işlerini hallettikten sonra çarşı pazar dolaştı ve Makbule Hanım’ın siparişlerini aldı. Öğlen sonu eve vardığında kendisini hem çok yorgun hem de çok keyifli hissediyordu. Eşinde bir gariplik olduğunu hisseden Makbule Hanım sordu:
—Hayırdır İhsancığım. Bir şey mi oldu?
—Oldu sultanım oldu. Hem de çok şey oldu.
İhsan Bey, Makbule Hanım’a başından geçenleri bir bir anlattı. Cemil’in dürüstlüğünü de abartarak anlattı. Akşama kadar, bankadan, paradan, çarşı pazardan, insanlardan ve olaylardan söz ettiler. Akşam haberlerini izlemek üzere televizyonun karşısına kuruldular.
Ana haber bülteni, yargıdan bir haberle başlamıştı. Spiker, “hukuk skandalı” diye yorumlamıştı. Ardından bir intihar haberi, sinirleri germeye yetmişti. Ama haber bülteni, gasp, tecavüz, cinayet haberleri ile devam ediyordu. Daha fazla dayanamadı ve televizyonu kapattı. Makbule Hanım’a döndü ve söylenmeye başladı:
—Ya Makbule, Allah aşkına hiç düzgün bir haber izledin mi şu ajansta?
—İyi de İhsan, onlar ne yapsın. Memleketin hali bu. Yalan mı söylesinler seni mutlu etmek için?
—Hayır canım, yalan söylemesinler ama güzel haberleri de versinler. Bu gün benim yaşadığım olaydaki Cemil gibi pırıl pırıl gençleri de getirsinler ekrana. Kötü haberle başlayıp kötü haberle bitirmesinler.
—Doğru söylüyorsun ama senin dediğin gibi haber yapsalar kimse izlemez ki! Ne var yani insanlık vazifesini yapmış derler, geçerler. Reytingi düşer kanalların.
—Hanım sen ne dediğinin farkında mısın? İnsanlık yapanların haberini yaparlarsa reytingi düşer diyorsun. Sen şimdi, insanlığın reytingi yok mu diyorsun?
—Kusura bakma ama öyle İhsancığım. Bana kızma onlara kız.
—Yazık, hem de çok yazık.
İhsan Bey, yaşanan çelişkiye çok üzülmüştü. Televizyonların haber bölümlerini arayarak Cemil örneğini anlattı. Bazıları dinlediler kapattılar, bazıları ise dinlemeden telefonu suratına kapattılar.
Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini en azından bir defa incelemişsinizdir. Oralarda da durum çok farklı değildir. Cinayet, intihar, gasp, tecavüz, rüşvet… Toplumu olumsuz olarak etkileyen ne varsa özel haber olarak üçüncü sayfada buluruz.
Gazeteler ve televizyonlar görevlerini yapıyorlar. Onlara şu haberi yayınlayın, bu haberi yayınlamayın deme gibi bir lükse sahip olmadığımızı biliyorum. Ama onlardan şunu isteyebiliriz sanırım; kötü haberlerin yanında iyi haberleri de vermelerini, mümkünse önce iyi haberleri yayınlamalarını rica ediyoruz.
Televizyondan ve gazetelerden çok etkilenen bir toplum olarak, iyiliğe ve iyi haberlere çok ihtiyacımız var. “Özel haber”, “detay haber” gibi bir de “iyi haber” köşesi oluştursalar fena mı olur? Hayır, hiç fena olmaz. Çok güzel olur. İnsanımıza güzel örnekler sunulur.
İyi ama iyiliği nereden bulacağız demeyin ne olur! İyilik bu toplumun özünde var. Yeter ki bakmasını ve görmesini bilelim. Yeter ki, insanlığın reytingi yok demeyelim.