İri Kara Gözlerden Bir İnsanlık Dersi

0
869

Güzel bir gündü. Güneş gökyüzünde ışıl ışıl parlarken, sahilde tatilcilerin çocuklarının neşeli kahkahaları, dalgaların sesine karışıyordu. Herkes eğlenmek ve mutlu olmak için bir sebep bulmuş gibiydi.Kimisi teninin bronzlaşacağı umuduyla,  güneşin altında …

 

 

 

 

 Yazar : Zeynep Müge KASAROĞLU-Bülent ŞENYÜREK  
bsenyurek@yahoo.com

Güzel bir gündü. Güneş gökyüzünde ışıl ışıl parlarken, sahilde tatilcilerin çocuklarının neşeli kahkahaları, dalgaların sesine karışıyordu. Herkes eğlenmek ve mutlu olmak için bir sebep bulmuş gibiydi.
Kimisi teninin bronzlaşacağı umuduyla,  güneşin altında yatarken, soğuk içeceğini yudumluyor, sıcak ve soğuğun eşsiz birleşiminin tadını çıkarıyordu. Kimisi şemsiyelerin gölgesine sığınmış, sohbet ediyordu. Çocuklar özgürce denizin suları ile yarışıyor, kumdan kaleler yapıyor, her yanı beton yığınına dönmüş şehrin içinde olamadıkları kadar çocuk oluyorlardı.
İşte tam o sırada gördüm onu. Esmer yüzünü kaplayan iri siyah gözleriyle etrafı süzerek, kalabalığın arasından çıkıverdi. Herkesin aksine gülmüyordu onun yüzü. Sıcağın altında belki de saatlerce yürümekten yorulmuş sesi, “süt mısııııııır”, “süt mısırıııı isteyeeen” diye bağırmak için çırpınıyordu.
Kimisi ilgisizce başını kaldırıp, tekrar meşgul olduğu eğlencenin içine dönerken, kimisi bu çırpınan sesi duymadı bile. Ama bir kişi vardı ki, canı bu sesle birlikte süt mısırı çekmiş olsa gerek, “Evladım kaç para mısır?” diye seslendi. “2.5 ytl” diye cevap verdi yorgun ses.
Fiyat soran beyden, bir anda herkesin dikkatini çekmeyi başaracak bir gürleme duyuldu: “2,5 ytl mi! Sen göz göre göre adam mı kazıklamaya çalışıyorsun! Pazardan alsan kilosu 3 ytl, 5 tane mısır alırsın! Git mısırını başka yerde sat!”
Bu gürlemenin ardından hemen çevredeki insanlara çevirdim bakışımı. Bekledim; biri çıkar da bağırışıyla beyefendiliğini yitirmiş, bu “beylikefendi” ye, küçük bir çocuğu böylesine azarlamasının hesabını sorar diye. Evet, gerçekten de birçok ses çıktı. Ama sesler olacağını sandığım şeyleri söylemiyordu. Bir anda etrafta; “Çok doğru söylediniz efendim, kazıkçı bunların hepsi!”, “Bunlar yüzünden turistler kaçıyorlar memleketimizden!”, gibi cümleler yankılanmaya başlamıştı.
Küçük çocuk, iri kara gözlerini kocaman açmış, çaresizce insanlarının kinini kusmasını dinliyordu, ne cevap vereceğini bilemeden… Tam yerimden doğrulmuş, sahildeki herkesi karşıma almaya gönüllü bir şekilde olaya müdahale etmeye hazırlanıyordum ki, bir delikanlı fırlayıp, geldi. Büyük bir hınçla küçük çocuğun koluna yapıştı, kovasının yere düşüp, devrilmesine aldırmadan. “Müşterilerimi ne hakla rahatsız ediyorsun, defol git, burada satış yapmak yasak!” diye itekledi onu. Küçük çocuk devrilen kovasını kurtarmaya çalışarak, koşarak uzaklaştı. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, ayakta öylece donakalmıştım…
Zafere bir adım kala, son anda kaybeden bir savaşçı gibi, çöktüm olduğum yere. O sırada küçük bir çocuktan toplumun intikamını almak için ilk ateşi yakan beylikefendi, görevli delikanlıdan bir kola istedi. Delikanlı kolayı getirdiğinde, kibarca; “Ne kadar?” diye sordu. “5 ytl” diye cevap verdi delikanlı. Hiç itiraz etmedi adam. Çıkardı 5 ytl’yi, üstüne 50 kuruş da bahşiş verdi. Delikanlı teşekkür ederek, ayrıldı yanından.
Sadece 10 dakika önce aydınlığıyla ruhumu şenlendiren günüm, karanlık bulutlarla gölgelenmişti. Neşe içinde stres atan insanların duyarsızlığı karşısında, artık tüm kahkahalar kulağıma sahte ve yapmacık gelmekteydi.
Hızla kalktım yerimden. Hedefime kitlenmiş şekilde, beylikefendinin oturduğu yere ilerledim. Tam karşısına geldiğimde gözlerimi gözlerine diktim. Birkaç saniye konuşmadım. Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. Onun artık konuşamayacak kadar şaşırdığına kanaat getirdiğim anda, çevredeki herkesin duyacağından emin olduğum bir sesle; “O içtiğiniz kola markette tam 1,3 ytl. Yani 5 ytl’ye 4 tane kutu kola alabilirdiniz! Üstelik bahşiş vermek zorunda bile kalmazdınız!” diye haykırdım. Cevap vermesine fırsat tanımadan arkamı döndüm ve sahili terk ettim.
Ayrılırken diğer tatilcilerin beylikefendinin düştüğü durum karşısında kıkırdadıklarını duydum. Aldırdım mı, hayır! Çünkü kimse kara gözlü, esmer çocuğa yapılan haksızlığı hala umursamıyor, sadece beylikefendinin düştüğü durumun komikliğine gülmeyi tercih ediyordu.
Eve doğru yol alırken, ne hale geldiğimizi düşündüm. Evet, belki pazardan 2,5 ytl’ye 4-5 tane mısır alabilirdik. Ama bu hesapta bir terslik vardı. Bu hesapta insanlık eksikti. Kimse o küçük çocuğun, uğruna bir tekme daha yemeyi göze aldığı, ardında bırakamayacağı kadar değerli küçük kovasında o mısırları satmak için harcadığı emeği düşünmüyordu. Akşam sofrasına koyacağı bir lokma ekmeğin umuduyla, herkes güneşin, denizin keyfini çıkarırken, saatlerce güneşin altında ter içinde, kumlardan nasırlaşmış ayaklarıyla bir o yana, bir bu yana yürüdüğüne de aldırmıyordu. Bir lokantaya gidip, bir kilo et fiyatına, 200 gr köfte yediklerinde, oradaki keyfe, verilen emeğe nedense kaç misli para vermek değerli oluyordu da, o sıcak günde küçük bir çocuğun ayaklarına kadar hazır getirdiği mısırlar yargı sebebine dönüşüyordu.
Beylikefendi sahilde keyif çatarken, kalkıp, bu sıcak günde bir market bulup, kola almaktansa, ayağına kadar getirilen soğuk kolaya 5 ytl vermeyi uygun görürken, küçük bir çocuk emeğinin karşılığını sattığı ürüne yansıttığı için “kazıkçı velet”e dönüşebiliyordu. Ve kimse de çıkıp ta; “Beyefendi o zaman gidin pazara, alın mısırlarınızı, haşlayın 2-3 saat, sonra  tekrar buraya dönün.” demiyordu. Dememekle de kalmayıp, önce beylikefendinin kızgınlığına eşlik edip, tüm birikmiş öfkelerini alnının teriyle para kazanmaya çalışan bir çocuktan çıkarıyor, ardından benim tepkimle, az önce sanki kendileri de işbirliği yapmamış gibi, beylikefendinin haline gülüyorlardı. Kimse düşünmüyordu. Kimse üstüne alınmıyordu. Sadece tepki veriyordu.
Ne olmuştu da toplum olarak düşünmeyi bırakmıştık? Ne olmuştu da orta da bir öfke gördüğümüzde onu yatıştırmak yerine, beslemeyi seçmeye başlamıştık? Ne olmuştu da güçsüz olanı ezerken, güçlü gördüğümüze boyun eğmiştik? Ne olmuştu da küçük bir çocuk ekmek parası için çırpınırken, o çaresiz kara gözlerde yakarış yerine, bir hain görmeye başlamıştık? Ne olmuştu da kendi evlatlarımız aynı duruma düşse dağları devirecekken, kimsesiz bir çocuğa karşı bu kadar zalimleşebiliyorduk? Ne olmuştu? Ne zaman olmuştu?
Ah tabi ya!!! Cevap oradaydı. Gelişmiştik!!! Bir sürü teknoloji devrimi yaşamıştık. Bir telefonu 2 aydan fazla kullanamıyorduk. Plazma televizyonlarımızda seyrettiğimiz kimin kimle ne yaptığına dair programlar reyting rekorları kırıyordu. Bizi düşündürecek, programlar başladığında ise, biz çoktan uyuşmuş beyinlerimizle uykuya dalmış oluyorduk.
Okuyucu sayısı her yıl %30 oranında azalırken, doğru düzgün kitap okumamış nesilleri üniversiteden mezun ediyorduk. Maddi ve fiziksel gelişimle, zihinsel gelişimi dengelemek yerine, zihni bir kenara bırakmış, para ile sahip olabileceklerimizin peşine düşmüştük. Düşüncelerimizi ise nerede, ne indirimin yapıldığı üzerine yoğunlaştırmayı tercih etmiştik. Promosyonların, “şimdi al, 3 ay sonra ödemeye başla” kampanyalarının tuzağına düşmüş, sürekli artan kredi kartı borcumuzu nasıl kapatacağımızı düşünürken, insan denilen varlığın özünü okumayı bırakmıştık.
Bağrımızda açılan bu toplumsal yara büyürken, kendi gemimizin dümeninde, kaptanlığını yaptığımızı sanırken, birilerinin uydudan gemimizin rotasını çizdiğinden habersizdik.
Sonuçta da öfkeyi gördüğümüz yerde, ona tutunmayı seçmiş, içsel sıkıntılarımızı o öfkeden aldığımız güçle kusma yoluna gitmiş, bunu yaparken tahammülsüz, en ufak bir olayda bile birbirine bağırmayı seçen insanlara dönüşmüştük.
Öfkenin bizi huzura götüreceği yanılgısıyla mutluluğu ararken, “tatlı dilin yılanı bile deliğinden çıkaracağı”nı unutup, tıslamaya başlamıştık. Üstelik her tıslamayla zehirlediğimiz kişinin kendimiz olduğunu bile göremeden…

Ömrü Uzatan Gıdalar

Her birimiz, daha uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını arar dururuz hayatımız boyunca. Hangi yiyecekler ve içecekler, hangi uygulamalar genç ve sağlıklı kalmamızı sağlar diye kulaklarımız uzmanların vereceği haberlerdedir. Bu konuda yapılan açıklamalara bir yenisi daha eklendi:
Leeds Üniversitesi gıda bilimi departmanından Profesör Garry Williamson, ömrü uzatan gıdalardan oluşan 20 maddelik bir liste hazırladı.
Tamamı polifenol olarak bilinen doğal kimyasallar açısından zengin olan bu gıdaların, kalp krizine karşı koruma da dahil sağlığa birçok faydasıbulunuyor.
Meyve ve sebze ağırlıklı listede yer alan gıdalar yaşlanma sürecini yavaşlatıyor, hücreleri koruyor. Araştırmayı yapan İngiliz bilim adamı Garry Williamson, "Çalışmalar polifenol açısından zengin gıdaların koruyucu etkisini destekliyor. Beslenmede meyve ve sebze eksikliği kronik hastalık riskini de artırır" dedi.
Ömrü uzatan gıdaların listesi ise şöyle sıralanıyor: "Elma, böğürtlen, siyah çay, yaban mersini, brokoli, kepek, kiraz, domates, kahve, kızılcık, siyah çikolata, yeşil çay, portakal, şeftali, erik, ahududu, kırmızı üzüm, kırmızı soğan, ıspanak, çilek".

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız