AŞK KENDİNİ KEŞFETME YOLCULUĞUDUR!

0
1441

 

Tuanna Çinçin’in, Ekmel Ali OKUR’la “ Aşk, sevgi ve sevişme” üzerine, adeta çisil çisil yağan bir yağmur gibi şiirsel bir söyleşi…

 

Ekmel Ali OKUR inşaat mühendisliği okudu. Edebiyatın hemen her türünde yazdı. Yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Yirmiye yakın kitabı bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; “ Ay Işığı Altında Naif Bir Aşk Hikayesi, Beni Yüreğinle Dinle, Işığı Arayan Çocuk, Yüreğinle Yargıla, Atatürkten Özür Diliyorum, Aklını Şeyhinin İpine Asanlar, Süllüye Ağıt, Yaz Bulutu, Çığlık Çığlığa,vs., ” gibi…

İşte, Ekmel Ali OKUR’la; “SEVGİ, AŞK VE SEVİŞME” üzerine daldan dala, o buluttan, bu buluta, cıvıl cıvıl bir yaz yağmuru söyleşisi…

-Tuanna Çinçin.. Merhaba sevgili OKUR…Bugün yani 07 Şubat 2012..Senin evinde bu bir avuç Cennet gibi güzel bahçende, “SEVGİ, AŞK ve SEVİŞME” üzerine, daha önce de kavilleştiğimiz gibi, ucu açık bir söyleşi yapmaya geldim.. Bir başka söyleyişle, sizinle, şu bahçenizdeki neredeyse bir salon büyüklüğünde yayılıp göz ve gönül dolduran, mor menekşeleri de temaşa ede ede, işte, aynen böyle çiğerlerimize çeke çeke, bu kamelyanın altında, “bu üç gözde kavram” üzerinde cıvıldaşarak uçmaya geldim..

Sizi on yıllardır tanıyor ve çok ta seviyor ve de taktir ediyorum. Doğrusu.. İtiraf etmeliyim ki, bazan aynaya baktığım zaman, yaşımı saklı tutarak, sizde kendimi, kendim de sizi görür gibi oluyorum..Bu arada, yeri gelmişken, hemen bütün kitaplarınızın satırlarının altlarını çize çize, yudum yudum okuyup çoğaldığımı, gönendiğimi söylemeliyim.

Şimdi efendim, siz aslında aykırı olmak için aykırılığı seçmiş, yolunu böyle belirlemiş biri değilsin. Fakat ülkemizde daha çok bu Karacaoğlanın yurdunda yani Adanamızda biraz aykırı biri olarak biliniyor ve çok eleştiriler alıyorsunuz. Bazı arkadaşlarınınız, dostlarınız, sizden dolayı, “Hemen her yerde onu savunmak ona sahip çıkmak zorunda kalıyoruz.. Hep protest, hep muhalif, hep aykırı” gibi serzenişlerde bulunuyorlar..Her neyse…Önce bu tespitime ne diyorsun? Bu birazda asıl konumuza girmek için bir tür ısınma yani peşrev gibi bişey olsun. Hadi buyurun bakalım.

 

AYKIRI OLMAK İÇİN AYKIRI OLUNMAZ

-E.ALİ OKUR…Doğrusu ben hiçbir zaman aykırı olmak için aykırı olmayı seçmedim. Zaten kendini bilen birine de bu yakışmaz. Böyle bir şeydenden çok utanır sıkılırım. Ben kendimi bildim bileli çok okuyan biriyim. Sanırım hemen hergün ortalama yüz sayfa, falan okurum. Okumadığım zaman kendimde bir eksiklik, buruk, bir kekremsi duygu içinde kalırım.. Yani tedirgin, bihoş duygular içinde savrulurum.

Bilmek daha çok bilmek benim için tanımı imkansız bir keyifdir…Her yerde, her biçimde okumaya çalışırım. Metin olarak, çıplak gözle, duyumsayarak, dokunarak, koklayarak, konuşarak.. Çünki, okumak, anlamaktır, sorun çözmektir, yaşanmaya değer bir hayat için, hayata daha çok soru sormaktır. Denir ya: hayata soruları olmayanların, yaşanmaya değer bir hayatları da olmaz.. Birde ben çok yönlü, hemen her tür kitabı, her şeyi okumaya çalışırım.

Beni edebiyat türleri içinde en çok rahatlatan, sakinleştiren, huşular duyarak yazdığım yazı türü “roman”dır.. Bazan kendi kendime, “İyi ki bu roman denen yazı türünü bulmuşlar derim…” derim.. Roman, en uzun soluklu ve en oylumlu bir yazı türüdür. Tam bir özgürlük alanı. Koş koşabildiğin kadar. Yaz yazabildiğin kadar. Tam bir demokratik ortam. Doğrusu, okumak kadar olmasa bile, yazmayı da pek severim. Allah Kur’an’da ilk sure olan Alak’ta; “Oku!” diye emreder ve “Kalemle öğrenin” der. Eğer okuyup yazmazsak “azacağımızı”, azgınlaşacağımızı haber verir. Öyleyse inanan, her insan, hem okumalı hem de yazmalı. Görüldüğü üzre, Kuranda, okur-yazar bir toplum, öngörülmektedir.

-Tuanna Çinçin..Burada bir hatırlatma yapabilir miyim?

-OKUR…Tabii ki…

-T. ÇİNÇİN..Bu ilk surede yani Alak’ta…O zaman peygamberin elinde herhangi yazılı bir metin yoktu…O zaman ne diye böyle emredilir ki?

-OKUR..Evet, çok güzel bir soru. Elde bir yazılı bir metin parçası yoktu.. Bunu iyi anlamak lazım..Bunun üzerinde ısrarla durup düşünmek gerek. Yazılı metin yoksa, burada ne denmek isteniyor? Oku! Yaradan Rabbinin adıyla…O seni ALAK’tan yarattı.

Burada ki okumaktan, asıl kasıt ne? Bize göre kendimizi, doğayı, evreni, her bir şeyi, bir iyice gözleyip anlamaya, özümlemeye çalışmaktır. Yani gözü, kulağı ve yüreği (aklı) devreye sokup işlevsel kılmaktır..

Bence asıl okumak budur.

Yani anlamaya, algılamaya çalışmak.

Tabii ki metin okumakta okumaktır.

Hani denir ya: “Akıllı insan başkalarının aklını da kendi aklına katandır.” Ama önce yaşadığımız evreni, doğayı, kendimizi doğru anlayıp keşfetmeye çalışmalıyız. Şu acunda adam gibi, doğru konumlanma. Özgün duruş.

Galilo, Newton, Arşimet bulduklarını gözlemle deneyerek buldular. Bütün bilgeler, bilim adamları gördüklerini, duyduklarını, dokunduklarını doğru anlamaya çalışmışlar.

Bizde yaşadıklarımızı doğru anlamaya çalışmalıyız. Yani Yaradanın “kevni” denilen ayetlerini (işaretler) anlamaya, okumaya çalışmalıyız.

Neyse…Diyeceğim: Okumakta, yazmakta çok çok önemli.. Dediğim gibi, bunlar insansoyunun, gelişiminde, derinleşmesinde, özünün özgürleşip dal-budak salıp çiçeğe meyveye durmasında olmazsa olmazlarıdır..

Bugün bilim adamları, insanın “yazarak beyninin daha bir hızlı geliştiğini” iddia etmekteler. Bu tez “alak” suresiyle de denk düşmektedir.. Azmamak yani doğru yoldan, doğal yörüngeden çıkmamak için kitap ve kalemli bireyler olmamız istenmektedir… Bunu ilk kez biz söylemiyoruz. En başta Kur’an bunu böyle söylüyor.. Aslında, her ulu kitap, her ulu bilge, şöyle ya da böyle bunları söylemişler.. Bizler de sadece,”Amenna ve saddakna” diyoruz..Evet böyle diyoruz…

-T. Çinçin…Doğru. evet bu böyle…İzninizle hadi artık şu üç kavramların kapılarını usulca bir bir açıp şöyle bi içeri girelim.. Önce, “sevgi”…Hani insan emir almayı, hele bazılarından emir almayı pek sevmezler. Ama “sev” sözcüğü böyle değil.. Her kim söylerse söylesin, hoşumuza gider.. Mesala, anneni, kardeşini, çocuğunu, kediyi, köpeği, vs. Neyse.. Sevgiyi bilen insanlarla, konuşmak ta çok muhteşem bir duygu.. İnsan hep çağıl çağıl çağıldamak istiyor.. Nasıl desem, şımarmak, nazlanmak, daha nice güzel şeyler..Evet, buyurun..

-OKUR…SEVGİ, Rosten’in çok güzel bir tesbiti vardır. Çok severim. Mealen şöyle der: “Acımasız olan güçsüz olandır. Sevecenlik yalnızca güçlü olanlardan beklenir.” Aynen böyle diyor. Çok hoş değil mi?

 

GÖL OLMA, IRMAK OL..

-T. Çinçin.. (gülümseyerek) Evet ya.. Ne güzel! Gel de bu adamı yani Rosteni kıskanma.. Keşke bu cümleyi ben söyleyebilseydim…”Sevecenlik salt güçlü olanların harcıdır”.. Çok güzel ya..

-OKUR…Ben derim ki düşünmek sürekli hicrettir. Hicretse kendini yeniden üretmektir. Yeni ve güzel zamanlara durmaktır. Fark etmektir. Eski olandan yeni, yepyeni olana geçiştir. Karanlıktan aydınlığa, ödünsüz, kararlı, onurlu, evrensel bir uzun yürüyüştür. Yani “isra’dır. Her bilgenin her elçinin yaşamında bu, “isra” dediğimiz güzellikler vardır.

Değişmemek donmaktır. Kuruyup kalmaktır. Eskiyip gitmektir. Yani yalama olmuş bir vida gibi hep aynı yerde dönenip durmaktır. Oysa şöyle bir çevremize bakalım…Her şey, devinmekte, değişmekte, Ama her şey…Canlı-cansız gördüğümüz her şey…Dünya, ay, yıldız, mevsimler, gece-gündüz. Her şey…Her şey değişiyor. Sürekli değişiyor.

Değişmeyen ne? Amigolar! Neden? Çünkü amigolar düşünmezler de ondan. Hep aynı, benzer şeyleri yineler dururlar. Mukalittirler. Taklit ederler.. Türkçesi, öykünürler. Unutmayalım, özenti de insanın yani eylem adamının kendisi yoktur. Kedinin, aslan yanılsaması, tavşanın kendini unutup kuş gbi uçmaya kalkması gibi, bir garebet.. Bu anlamda değişmemek ikiyüzlülüktür. Kendine ve de her şeye saygısızlıktır. Zulümdür.

Seven insan doğal olur. Duygularını, düşüncelerini, düşlerini açıkça söyler. Paylaşır. Başkalarının duygu ve düşüncelerine katılmasa da sevecenlikle dinler. Adeta hemen her şeye küçük bir çocuk gibi ilgilidir. Başkalarının istediği gibi olmaya değil salt kendinin istediği gibi olmaya çalışır.

Onun için özgür olmalıyız. Alabildiğine özgür.

Deney yapmak, araştırmak, yanlışlar yapmak için özgür olmalıyız.

Hayatı böyle anlar, böyle öğreniriz. Öyleyse her zaman birbirimizin yanlışlarından yararlanmalıyız. Aslında burada işin gizi aynı yanlışları ardardına yapmamaktır. Korkuyu bilemeyenler yürekli de olamazlar. Bir şeyleri savunmak boşuna yaşamamış olmaktır. Bu böyledir.

Diyorum ki…

Bize hazırlanan kalıplarla kalıplanmamalıyız.

Başkalarının sınırlı, yanlış, miadı dolmuş bilgileriyle bize armağan edilmiş kendi hayatlarımızı sınırlamamalıyız. Yani hiçbirşeye sığmamalıyız.

Sevgi önce kendini sevmekle başlar.

Kendini seven biri kendine değer verir.

Kendine değer veren biri de kendini değerli hale getirmek için, okur, araştırır, dener, sürekli bilgisini, görgüsünü çoğaltmaya çalışır. Uzatmayalım. Kendini sevmeyen biri hiç kimseyi sevemez. Severim dese bile bu boş bir savdır! Kendi kendine tuzaktır.

Sevginin dört yüzü vardır.

Bilgi, ilgi, saygı ve vermektir.

Şimdilik bunları açıklamaya gerek yok.

Biz hemen aşka ve sevişme konularına girelim:

Ünlü yazar ÇEHOV “Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmek gibi alçakça bir iştir.”der. Yani”zulümdür. Zorbalıktır” der. Niye? Niye olacak? Böyle bir ilişki de, daha ilk adım bir tür tecavüz gibi bir şey de olmalı.. Şimdi burada durup bir iyice düşünelim. Böyle bir yargı yanlış mı? Düşünmek gerek diyorum..

 

SEVİŞMEK DAĞA DOĞRU BİR HİCRETTİR

-T. Çinçin..Doğru…İyi düşünmek lazım.

-OKUR…Bu konuyu sık sık gündeme getirip üzerinde, israr ve inatla durmamız gerekir. Üzerimizde oynananan küresel oyunlardan, miadı dolmuş, beyinlerimizi ifsat eden, her türlü kültürel kirliliklerden, ancak “sevgi”yle karşı koyabiliriz.. Bu kavramı gündeme getirdiğiniz için, sizi de tebrik eder, devamını dilerim. Kim ne derse desin, “İnsan için, en büyük duygu, sevmek ve sevişmektir.” İlk başta insana tersmiş gibi, ayıpmış gibi geliyor değil mi?.. Sanki absürt bişeymiş gibi.. Ama gerçek buysa elden ne gelir? Hemen öyle önyargılarla, alışkanlıklarla tepki vermemeliyiz…Bir iyice üzerinde düşünelim.

Derler ki,“Tüm yasaklar siyasal iktidarların koruyacakları doğru-dürüst bir şey kalmadığı yani tükenmeye yüz tuttuğu zamanlarda ortaya çıkar.” Bu sava kim katılmazlık edebilir ki? Çünki yasakların ağırlaştığı dönemler siyasal güçlerin kendilerine güvenlerinin gitgide azaldığı, bunun doğal sonucu olarak zorbalık evrelerinin başladığı zamnanlardır. Bu böyledir.

Onun için yasaklama tutkusunu niteleyen en hafif sözcük AYIPTIR!

Oysa cinsellik insan gerçeğinin bir paçası değil midir?. Zaman içinde gelenekler, töreler değişir ama bu gerçek değişmez.

Kim ne derse desin cinsellik de, aşk da vardır. Ve insanlar var oldukça da olacaktır. Bilen bilir ki.. Yaşam, sevgi, aşk ve sevişme üçgeni üzerine inşa edilen bir olgudur..

“Aşk kendi içinde başeğmişliği, kendi dışında da başkaldırma”yı öne çıkarıp meydan okur.

Öyleyse.. Aşk nedir?

Bunun tanımını yapmak mümkün değildir.

Niye? Çünkü güzel olan hülasa edilemez ki…

Belki şöyle diyebiliriz.

“Aşk, çılgınlık içinde düşünmeyi becerebilmektir..” Çılgınlıksa gerçek insan olma yolunda yürümenin adıdır. Unutmayalım ki mıymıylar, mığrıbıklar aşk adamı olamazlar. Çünki, Aşk, uysallığın toprağında boy veremez. Acı ama bu böyledir.


DEHA VE DELİLİK

-T. ÇİNÇİN.. Aşıklar biraz delilere benziyor gibi..

-OKUR.. Evet öyle..Bir dağa şöyle bir baktığımız zaman, ne görürüz?

Ne güreceğiz ki? Toprak, kaya, bitkiler, falan..

Oysa, her dağ böyle değil ki..

Öyle dağlar var ki:

En değerli, en paha biçilmez, müceverleri, cevherleri, antik eserleri, vs., bağrında taşırlar..İşte, aşk adamı olmakta, böyle bir şeydir. Onun için, aşk adamı olmadan, ne bilge, ne devrimci, ne de sanatçı olunamaz..

Aşk, sıradan adamların yani kişilerin işi değildir. Çünki, aşk, sıradanı sıradışı yapar. Bizler bir tek duyguyla yani aşkla evreni ve içindekileri fark edip anlarız.

Gel burada gözlerimizi kapayıp bir iyice düşünelim.

Aşk insanı, aşkı tadmış olan biri, adeta bir gözden çıkarıcıdır.

En başta da kendini gözden çıkarır.

Yani kendini tehlikelere atmaktan çekinmez.. Her koşulda alışılmışın dışına çıkar..Öykünmeye, kalıplar içinde “ölmeden önce ölmeye” asla razı olmazlar.

Bunlar bir tür bir diriliş işcileri gibidirler. Yani her daim, tıpkı bir ırmak gibi devinimdedirler. Evet böyledir…

Onun için aşk bir tür serseriliktir.

Kendini yaşanmağa değer olana adamadır.

Aşka aday kişiler, korkularının ötesine geçerler.

İşte, serserilik de burada anlam kazanır.

Aşk, bir bakıma kalıplara, kalıpcılığa başkaldırıdır.

Doğal olmayan, her bir sınıra isyandır. Aykırılıktır.

Onun için, aşk bir arayış ve adanıştır.

Hep çıkarlarına ayarlı biri aşkı yaşayamaz.

Aşk adamı olamaz. Bunların çocukları da aşkı yaşamazsa sonunda onlar da annebabaları gibi sıradan, banal, basit kişilikler olup çıkarlar.

Aşk ve cinsellik bir süreçtir.

Bunun için önce, tanış olmak, biliş olmak gerek.

Onun için bu konular aceleye gelmemeli.

Beklemesini bilip bir tür keşif yolculuğu yapmalı.

Keşif yolculuğu..

Kama Sutra.. Müthiç Adam, “Her geri zekalı, çocuk sahibi olabilir. Ama haz almasını ve haz vermesini bilmek bir bilgelik işidir. Bir sanattır.” der.

Demek ki, sevişmeyi bilmek, akletmenin, iyi ve güzel insan olmanın bir önşartıdır.

-T. ÇİNÇİN: Bu yargıyı biraz daha açabilir miyiz?.

AŞK KENDİNİ KEŞFETME YOLCULUĞUDUR

-OKUR : Tamam. Şunları da söyleyip öyle açalım.

-T.ÇİNÇİN : Pekala. Buyurun.

-OKUR : Yaşanmaya değer hayatın gizi aşktadır dedik.

Bak, bilgeliğin babası Sokrat, aşk için ne diyor: “Aşk, insan ruhunun ilahi güzelliğe duyduğu açlıktır. Aşk yalnız güzelliği bulmayı değil aynı zamanda onu yaratmaya ve devama iştahlıdır. Fani vücutta ebetiyetin tohumlarını yetiştirmeye iştahlıdır. İşte, iki cins bunun için birbirlerini sevmektedirler.. Kendilerini tekrar yaratmak ve böylece zamanı ebediyete kadar uzatmak isterler. Tabii ki, bunun sonuncunda da, bir ebeveyn olarak çocuklarını severler. Seven, sevişmesini bilen anababaların ruhları yalnız çocukları vücuda getirmez. Bunları aynı zamanda ebedi güzellik arzusunun arayıcılarını ve haleflerini de vücuda getirirler” der. Sokrat gerçekten büyük adam. Onu çok okumalıyız.

Şimdi şu sevişmek meselesinin umanına kulaçlar atmaya devam edelim. Sevişmek, kim ne derse desin, evrenle bütünleşmektir. Çok güzel, çok anlamlı bir yargı değil mi? Bunu doğru anlayıp çok iyi ifade etmeye çalışmalıyız.

İnsanların, belki de başarılarının en büyük gizi, bu denli çok nüfuslara karşın bir arada yaşayabilmeleridir. Bu uyumlarının dışında yeni keşifler ve serüvenlere açılma, yeni şeyler öğrenme, bitip tükenmeyen meraklar.

Merak, Yüce Tanrı’nın doğamıza yani içimize koyduğu bilseme duygusu.

Buna çok dikkat etmeliyiz. Bu duyguyu ne yapıp edip köreltmemeye çalışmalıyız.

Evrim sürecinde insanın merak ettiklerinin en başında cinsel doğası ve yaratım gücü gelir.

Sevişmek, erkek ve kadın bedeninin,

muhteşemliklerini göstermesi açısından ilginçtir.

Mesala: Yapılan bir araştırmada sevişmenin yararları şöyle sıralanır.

Bunları şöyle bir hatırlarsak meseleyi daha iyi anlarız.

Böylece bilgilerimizi yenilemiş ve tazelemiş de oluruz. Bu anlamda “seks” denilen kavram çok geniş bir sözcüktür. Sadece cinsel organların teması, boşalma, orgazm değildir. Bundan öte,

eşlerin birbirine bağlanmaları,

birbirlerini keşfetmeleri,

birbirlerine doğru manevi, keyifli, gizil gizil bir yolculuktur.

-T.ÇİNÇİN..Nasıl yani?

-OKUR..Hicret gibi bir şey.. Zorluktan kolaylığa, esaretten özgürlüğe, darlıktan bolluğa, yapay olandan doğal olana, eskiden yeniye.. Göl olmaktan, çağıl çağıl, köpük köpük, kıvrım kıvrım ırmak olmaya doğru bir yolculuk.

– T.ÇİNÇİN.. Doğrusu Hicret’i bu anlamda düşünmek çok hoş..

– OKUR : Tabii.. Hemen her elçinin, her bilgenin yaşamında hem içsel hem de dışsal yolculuklar vardır. İçe doğru yolculuk olmadan, dışa doğru coğrafyalara yolculuk pek anlamlı olamaz… Olsa bile biz ona Hicret diyemeyiz. Ne deriz? Yolculuk.. Ama sıradan, basit anlamda bir yolculuk…

 

İYİLİK=BAKMAK+SUSMAK+KONUŞMAK

– T.ÇİNÇİN.. :Az önce sevişmek kadın ve erkek bedenlerinin muhteşemliğini keşfetmek gibi ilginç bir şey söyledin. Bunu biraz daha açalım mı?

-OKUR : Tamam. Açalım. Bakmasını bilmek çok önemli. Hz İsa : “İyilik üç noktada toplanır” der. Hz. İsanın bu sözünü çok severim. Neyse.. Ne diyorduk? İyilik üç noktada buluşur.. “Bakmak + Susmak + Konuşmak.” İnsan baktığı zaman baktığı şeyden ibret almazsa yanılır. Sustuğu zaman da susması düşüncesiz geçerse gaflete düşer. Konuştuğu zaman da konuşmasını başıboş bırakırsa sapar” der. Evet böyle der.

Biz burada şunu diyoruz : “Aslında bütün bir hayatımız, bu üç sözcük etrafında döner durur. Bakmak, susmak ve konuşmak.

Biz en çok gözlemle yani bakarak öğreniriz.

Deneyim, kavrama bundan sonra gelir..

Şimdi asıl konumuza dönelim.

Sevişmek ! Muhteşem bir sözcük değil mi?

Neden? Çağrışım müthiş..

Sanki nisan yağmuru gibi..

Şakır şakır yağan nisan yağmurları gibi..

Bir başka söyleyişle,

Şubatta dolu,

Nisan, Mayıs da çağıl çağıl çağlayanlar gibi…

Şimşek, gök gürültüsü, yağmur, dolu, kar hepsi de doğanın sevişmesidir.

Sevişmek ! Eylem. Sevgi, coşku, huşu dolu bir eylem.

Severek yapılan bir edim. Sanki baharda doğanın sesle, renkle, biçimle genze dolan, genzi yakan hoş kokularla gelen bir diriliş…

Bir bakıma güzelliğin başkaldırışı. Aşkın dile gelip dillenişi..

Zevkin çığlığı..

İnsan sevdiği şeyi, anlamaya, keşfetmeye çalışmalı..

Sevişirken Tanrı’nın SANİ sıfatıyla yarattığı kadın ve erkek bedeninin o müthiş güzelliğini, zerafetini, kokusunu, her şeyini anlamaya çalışmalı…

Bu bizim ufkumuzu açar, yeteneklerimizi harekete geçirir ve biz bir yolculuğa,

bir kutlu, evrensel bir yolculuğa çıkarız.

Yani birbirimizi,

Birbirimiz de,

Anlamaya çalışırız.

Her zaman deriz ya.. Dünya evrenin küçültülmüş hali.

Dünyanın özeti de insandır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz .

İnsanı şöyle bir eline al, aç, aç olsun bir dünya.

Dünyayı iyice aç evren olsun. Biz insanlar aslında bütün bir evrenin özeti gibiyiz. Evet böyleyiz.

Burada şunu da anmadan edemeyeceğim, o da şu : Erkek bedeni neyse.. Ama kadın bedeni gerçekten çok muhteşem bir coğrafya..Çok muhteşem bir dünya.. Anlamak lazım.. Bu konu da ne çok şiirler yazılıp şarkılar söylenmiş..

İzninle.. Bir şeyi daha hatırlayalım. O da YONTU. Yontudan.. Yani yontu sanatıdan anlamayan biri, kadın denilen varlığın “nü’sünü de keşfedemez. Şu yedi sanatı çok iyi bilmeliyiz.. Evet çok iyi bilmeliyiz. Hepsiyle de haşır-neşir olmalıyız.

Onun için Atatürkü burada bir kez daha anmalıyız. Ogerçekten, Büyük İnsan,

Der ki: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.”.

Çok doğru. Bu ne demek ? O millet, millet olamaz demek. Millette insan gibidir. Hani insanın bir damarı, yaşam damarı koptu mu yaşayamaz ya.. İnsanı yaşatan da kalptir. Kalbi.. Kalp ki:Beş damarlı. Biri koptu mu? Yaşayamazsın. Onun için sanat bu denli önemli.

İşte kadına bir yontu ustası, uzmanı gibi bakmasını bilmeliyiz.

Bu anlamda Hz. Süleyman’ı da anıp geçelim.

Bu güzel insan ülkesine ta çok uzak diyarlardan sanatçılar davet eder.

Bunların arasında heykel yapan yontu ehli de vardır.

Ha şunu da diyelim,

Halkımız yani okuyucularımızın kimileri bize kızıp alınmasınlar.

Biz de aynen hakikat ehli gibi diyoruz ki :

Heykel ayrı… Put ayrı..

Gördüğümüz üç boyutlu canlı-cansız her şey heykeldir. Ağaç, kuş, yılan, insan, kaya her şey..

Put ise hem soyut hem de somut olabilir. İslam bize heykeli değil putçuluğu yasaklamıştır. Bu ha canlı olmuş ha ölü.. Yani ölü-diri hiç fark etmez.

Put nedir? Biz neye put diyoruz? Put dokunulmayan, eleştirilmeyen, sorgulanmayan her şey.. Soyut, somut her şey..Öyle ki, insan yeteri ve gereği gibi öteye yani hakka ayarlı değilse, kendi kendi de, kendine “put” olabilir.. Bu tür putlar da o kadar çok ki..

Oysa Allah kutsal kitap Kur’an’da Kendinin bile sorgulanmasını öngörmekte..

Ne diyor “ Ey insanlar Allah’ın iki olduğunu, daha fazla olduğunu düşünün bakalım.. O zaman, yer de-gök te düzenlilik, denge kalacak mı?” gibi uyarılarda bulunup düşünmemiz istenmekte..

Yani Yüce Allah, “Beni de putlaştırmayın” diyor.

Bir başka söyleyişle İsra/36’da buyurduğu gibi : “Her neyin ardına düşerseniz düşün, onu kendi gözünüzle, kulağınızla, aklınıza anlayın!” diyor. Onun-bunun gözüyle, kulağıyla, aklıyla hareket ederek bu size sunulmuş güzel hayatınızı ziyan edip birer zavallılar güruhu olmayın diyor. Aynen böyle diyor.

Hz. Süleyman’ın sarayında (34/13)’de heykeller bulunduğu bildirilir.

Bu önemli. Burada durup düşünmeliyiz.

Bu heykel olgusu kime anlatılıyor?

Hz. Süleyman’ın şahsında Hz. Muhammed’e..

Niye? Demek ki o günde heykel sorunu var. Ya da heykel yapma sanatı tavsiye ediliyor. Çünkü biz insansoyu tarihi en çok heykellerle yani yontularla okuyup anlarız. Onlar zamana en dayanıklı belgelerdir.

Şunu bir kez daha söyleyip geçelim.

Heykel sanatı ayrı, put ayrı bir şeydir.

Sapla – samanı birbirine karıştırmadan düşünüp anlayalıyız.

9/31, 42/21’de Allah’ın biz kullarına bağışladığı güzel duygu ve nimetleri ancak putperest kişilikler yasaklar. Yani müşrikler.

İşte aşk, sevgi ve sevişmekte bu duygulardan biridir.

Doğru görüp doğru düşünenler bu güzel, insani duyguları asla küçük görüp yasaklamazlar. Çünkü yaratanın insanın içine koyduğu, doğasında olan her duygu insanın gelişmesinde, yetişmesinde olmazsa olmazlardandır.

Bu arada, burada bir şeyi daha anmadan geçmeyelim.

O da şu : 6/22-23’de putperestler, kendilerinin putperest olduklarını kabul etmezler.

Bu çok önemli bir şey..

Bizim ulu hocalarımız (!) bizlere Kur’an’da ki dini doğru anlatmıyorlar.

Niye? Çünkü bu doğru dini bir çoğu doğru bilmiyor da ondan.

Güya peygamber döneminde o insanlar sanki hepsi de biz tanrı tanımaz, ateistiz demişler gibi anlatılıyor. Oysa, o günkü toplumun hemen hepsi de kendilerini Hz. İbrahime izafe eden, “biz müslümanız diyen müşriklerdi.”. Müşrik yani putperest. Tıpkı bugünkü gibi. Bugün de kimse “Ben putperestim, müşriğim, şuyum-buyum” demiyor. O gün de öyleydi. Burada, durup bir iyice düşünelim.. Bile- isteye Yaratana ortak/şirk koşacak kadar kim gözü kara olabilir?. Cehaletlerimiz mazaretlerimiz olmamalı..Doğru düşünüp iyi anlamalıyız.

Unutmayalım, heykel=put değildir.

Put dokunulmayan, eleştirilmeyen, sorgulanamayan,

kutsanan her şeydir.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde müşrik denilen kişilerin heykellere taptığı,

peygamberin heykelleri kırdığı vs. anlatılmaz.

(6/23, 39/3) de Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim peygamberi izleyen ve tek tanrıya tapan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz.

Yargı Gününde hiç kimsenin cehaleti, mazereti olmayacaktır..

Hepimiz de burada ve öteye yaraşır insanlar olmaya çalışmalıyız.

Cennet sakinlerinin hepsi de bilge insanlardır.

Çünkü Allah’a ancak bilgeler gereği gibi saygı duyup korunurlar diyor..

 

SEVİŞMEK EVRENE GEBE KALMAKTIR

-T. ÇİNÇİN : Aslında bu konuyu enine-boyuna derinliğine girmek lazım.

Ne ki bizim çerçevemiz var. Mümkün olduğu kadar onun dışına çıkmayalım.

Evet Hocam, sevişmek! Buyurun… Nasıl erdemli, birbirimize cennet sakinleri oluruz? Biliyorum bazen böyle transınızı bozuyorum. Ama siz de biliyorsunuz ki..

-OKUR : Önemli değil. İyi oluyor. Ara sıra uyar.

Çağrışımlar beni alıp götürüyor.

Bak. Çağrışım dedim aklıma bir sürü şey geldi.

Neyse.. Evet ne diyorduk?

Sevişmek kalpleri yatıştırıp birleştirir.

Hoşgörüyü çoğaltır. Bencil duyguları azaltarak, paylaşmayı, barışçıl süreci motive eder. Tabii ki bütün bu duyguların sonucunda da sevişmek sağlık, mutluluk ve huzur getirir.

Öyleyse insan, sevdikçe, seviştikçe gelişip büyür, çoğalır, varsıllaşır ve de iç aydınlığı sürgit çoğalıp gider.

Sevişmek, hergün yeniden doğmanın bir diğer adıdır.

Sevişmek, yaratıma yani evrene gebe kalmaktır.

Sevişirken kişi en mahsum, en doğal yani en bakir, en içten halina erer.

Dokunduklarında ürperip titreyen ve savrulan bedenlerin, içlerinde var olan o gizil gizil sonsuz yıldız tozları bütün bir evrene yayılır..

Bu tanrısal tozlar yani tohumlar bütün bir kötülüklerin üzerini örten adeta bir tür anti mikroplar gibidir. Burada durup şunu diyelim.

Israr ve inatla.. Tabular ve “uydum kalabalıklara” anlayışları insanı amansızca kirletiyor, eskitiyor ve de yaşamı çekilmez hallere sokup bırakıyor.

Bu dayatmalara,

bu zifiri karanlıklara insan isyan etmeli. Bu nevrü dönmüş, geçmişten bu günlere gelen miadı dolmuş anlayışlarla beslenen beyinler hem kendilerine hem de çevrelerine amansızca bu mikroplarını, bu sanrılarını bulaştırıyorlar.

Bilinçli zihinler, aydınlık ruhlar, bu geleneksel kalıplarla kalıplanmış, sınırlanmış, kendilerine ve birbirlerine duvar olmuş kişiliklere karşı uyanık olmak zorundadırlar.

Bunların en büyük savsözü :

“Sevişmeyin, savaşın !” dır.

Bunlar bir tür korkunun generalleridirler.

– T. ÇİNÇİN.. Ne yapmalı? Ürkünç bişey..Çare ne?

Söylediğin bu kirliliklerden nasıl arınılır? Bu kalın, kaba, kara duvarlar nasıl yıkılır? Hala bu konular üzerinde doğru-dürüst konuşup tartışamıyoruz bile..

– OKUR.. Arınmak için, bilgeliğe, yalnızlığa ve de aşka durmalıyız. Uyanık olmalıyız. Hep kendimiz olma yolunda yol almalıyız. Omuzlarımız üzerinde ki Tanrı’nın emaneti olan, kafatasımızın içinde ki beynimizi yani aklımızı hep bir işlevsel tutmalıyız. Her şeye üçyüz altmış dereceden bakmaya çalışmalıyız…Bunun içinde,

Önce doğru bilgi..

Çünkü doğru bilgi olmadan doğru düşünce olmaz.

Doğru düşünce olmadan da doğru duruş, doğru yaşam olmaz.

Öyleyse doğru bilgiden çıkıyor, doğru hayat..

Kur’an “Doğru akletmeyenler azap/pislik içinde kalırlar” diyor.

Evet, bu uyarıya, dikkat kesilmeliyiz.

– T. ÇİNÇİN..Nasıl?

-OKUR..Nasıl mı? Şöyle : Unutmayalım, bir metni bütüncül anlamadan hiçbir yere varamayız. Bunu şunun için söylüyorum. Kur’an’ı bütüncül okuyup anlamalıyız.

Şimdi Kur’an’a bütüncül bir açıdan bakalım. 5/101’de ne deniyor?

Allah’ın yasaklayıp emretmediği her bir şey sizlerin bireysel ve toplumsal seçimine bırakılmıştır.

-T.ÇİNÇİN..Açalım..

-OKUR..Tamam. Allah’ın Kutsal kitapta yasakladıkları ve emirleri belli.. Hiç kimse bunları eksiltip arttıramaz.

-ÇİNÇİN..Artırırsa ?

-O zaman şirk olur. Yani şirket yani ortaklık.

-Öyleyse herkes haddini bilecek.

-Evet, aynen öyle.. Bilgeliğin güzel insan olmanın ilk ilkesi haddini bilmektir.

-Yeniden 5/101’e dönelim mi?.

-Dönelim..Yasaklar belli.. Öldürme, çalma, zina yapma, fitne-fesat çıkarma.. Bunları şöyle de diyebiliriz.. Kimseye haksız yere kıyma, birlikte olduğun partnerle hiç kimseye zarar verme, barışçıl ol gibi…

Emirler de… Sev, paylaş, özgür ol. Hepsi bu kadar. Kur’an bu emir ve yasakların birer açılımı, dipnotu, hikayesi..

-Şu emirleri biraz daha açalım mı?

 

İNSAN SEVGİYLE YAŞAR

-Tamam. Her şey sevgiyle başlar. Seveceğiz.

Tolstoy “ İnsan ne ile yaşar?” diye sorar. Bir koca kitap boyunca bunun cevabını arar. Sonunda “SEVGİ”yle der. İnsan sevgiyle yaşar. Sevgi olmadı mı hayat da yani barış da, özgürlük de, mutluluk da olmaz. Aslında hepimizin yani bütün bir insanlığın ortak dini “SEVGİ”dir.

Şimdi burada durup düşünelim.

Tanrı elçileri ne diyor?

Allah’tan başka ilah yoktur.

Bu ne demek?

Bunu anlamak için önce ilahın ne olduğunu anlamalıyız. Bizce ilah hüküm koyan, sınırlayan, kalıplayan, yani emir yasak koyandır.

-Evet..

-Şimdi Allah’tan başka ilah yoktur cümlesini yeniden düşünüp anlamaya çalışalım.

Allah’tan başka ilah ( belirleyen, sınırlayan, kalıplayan, emir-yasak) koyan yok.. Biz bu kelimeleri söylerken ne demiş oluyoruz?

Allah’la kul arasına giren her şeyi, herkesi reddediyoruz.

Önce özgürlük! İlle de özgürlük diyoruz.

Onun için özgürlük ekmekten, aşktan, her şeyden önce gelir.

Yani beyinsel, bireysel özgürlük.

Yunus Emre’nin “Kendin Olmak” için özgür olacaksın. Yani her tür parazitlerden arınmış olacaksın, diyor.

-Yine başa dönelim.

-Dönelim. Kur’an’da yasaklar belli.. Bunun dışında hiç kimse yasak koyamaz. Ben hangi tür müziği dinlemek istersem onu dinlerim. Müzik dinleme, heykele bakma, resim yapma, roman yazma, şunu bunu ye ya da yeme diyemez. Bunlar benim özgür alanlarım. Yani bireysel seçimlerim. Mesela adam, “Sakal bırak!” diyor..Sana ne? Allah kitabında “Bırak ya da kes” demiş mi ki? Dememiş.. Bunlar benim bireysel, özgürlük alanlarım.

Eğer birgün devlet, yasama organıyla ülkenin o günkü şartları gereği sözgelimi savaş, kıtlık nedeniyle.. Hiç kimse sakalını kesmeyecek, jilet, köpük, şu-bu harcaması yapmayacak derse yani bunu toplumsal iradeyle (devlet) belirlerse hepimiz buna geçici olarak uyarız. Pekala.. Geçici olmayan ne? Geçici olmayan kesin emirlerdir. Yasaklardır.

Sevmek.. Özgürlük.. Paylaşmak, barışçıl olmak.. Tüm bunlar bütün zamanlarda olmazsa olmaz şeylerdir.

Yasaklar da böyle.. Hiç kimse kimseyi haksız yere öldüremez. Sevdiğini, sevgilisini elinden zorla ya da hileyle alamaz.

-Yani bunun kemi-kümü olmaz diyorsun. Anladım. Aslında bu konu uzar gider. İnşallah birgün bu konu üzerinde de uzun bir söyleşi yaparız. Niye? Çünkü peygamber Hz. Muhammet’ten sonra halkımızla yaradan arasına mezhepler, tarikatlar birer din gibi gelip gitmişler. Her bir meşrep ve mezhep Allah’ın dini İslam’ın önünde koca, devasa, kara kapkara bir duvar gibi gelip oturmuşlar. Bu duvarların mutlaka yıkılması, yer ile yeksan edilmesi gerekiyor. Evet, anlıyorum..Çok güzel..

Şimdi gelin yine başa dönelim. Konumuz, “sevişmeydi”..

-Evet.. Sevişmek önemli. O kadar ki..

Biliyor musun orgazm anında kalbimiz durur.

Bu müthiş bir şey.. Yüce “Tanrı’nın çok garip bir ironisi olarak, sevişirken ölür, ölürken de sevişiriz.” Bir başka söyleyişle, o an hem yaşarız, hem de ölürüz. Ne güzel değil mi?

-Neden?

-Neden olacak? Çünkü ölüm gibi sevişmek de önce kendimiz ve sevdiğimizle, sonra da bütün bir evrenle, birleşip, bütünleşiriz. Hemhal oluruz. İkilik alır başını gider, bir oluruz…

Demek ki.. Cinsellik bir tabu ya da sapkınlık değildir.

Tam tersine en insani, en doğal yanımızdır.

Dedik ya.. İnsan sevdikçe çoğalır, dokundukça iç aydınlığına erer..

Hayret bir şey.. İnsanların ölümden, bu denli neden ödleri kopar?

Aslında aynen sevişmekten de böyle korkuyorlar.

Daha da ilginci ne biliyor musun?

-Ne?

-Bu duygularımızı paylaşmaktan da çok korkuyoruz.

Oysa bu korkularımızı bilenlerle, dost bildiklerimizle paylaşmalıyız.

Ne dedik? Uydum kalabalıklar dini kirletir insanları.

Her elçinin her bilgenin en çok çektiği şey !

Uydum kalabalıklar anlayışlarıdır. Kalıplanmış kişiliklerdir. Bunlar, mezhep ve meşreplerini kendilerine din edinmiş, sömürü odaklarının yani din bezirganlarının yani mezar soyguncularının, din baronlarının, simsarlarının kurbanlarıdırlar.

Neyse.. Biz yine konumuza dönelim.. Ne diyorduk?

 

KORKU

-Korku..

-Evet korku.

Korku duygusu bütün duygularımızın anasıdır.

Biz bu duygularımızı doğuştan getiririz. Güzellik, sevgi, sahip olma, merak, hoşgörme, hırs, öç, öfke vb. Bütün bu duygularımız bizi biz yapar. Önemli olan ne? Ölçü! Her yerde ölçü.

Bir bilge “ Bir yerde hem yangın hem de ölçüsüzlük varsa önce ölçüsüzlüğü giderin sonra yangını söndürürsünüz” der.

 

Her şeyde ölçü.

Merakta, sahip olmada, hırsta, öfkede her şeyde.. Tabii ki SEVGİ’de de.. Ölçülü.. Ve seveceklerimizi bilerek seveceğiz. Yani bize tanınan doğal sınırlarımız çerçevesinde seveceğiz.

Kendimizi, ailemizi, sevgilimizi, doğayı, evreni her şeyi ölçülü seveceğiz.

Mevlana’nın ayı hikayesini bilir misiniz?.

Ama biz okuyucular için özetleyelim.

Mevsim yaz. Sıcak. Ayı orada, çalının yanında uyukluyor. Yılan geliyor. Sokmak üzre. Yoldan geçen biri bu durumu fark ediyor. Yerden taş alıp yılana vurup etkisiz hale getiriyor. Ayı bu duruma tanık oluyor. Çok duygulanıyor.

Dayanamayıp kalkıyor.

Adamın ardına düşüyor.

Neden sonra, adam yoruluyor.

Bir ağacın gölgesine uzanıyor.

Olacak bu ya..Uyuyan adamın yüzüne bir sinek gelip konuyor.

Ayı ön ayağıyla sineği kişeliyor. Sinek uçup tekrar geliyor. Ayı bu durum, birkaç kez tekrar edince çok öfkelenip yerden bir taş alıp adamın yüzündeki sineğe bütün gücüyle vuruyor. Tabi sinek “vıız” diye uçup gidiyor. Ne ki, adamın kafası taşla pestil oluyor. Ayı bu duruma çok üzülüyor. Ama heyhat!

Burada sevgi var. İyi niyet var. Öfke var. Ama hepsi de ölçüsüz.

Demek ki iyi niyet, sevgi tek başına bir şey ifade etmiyor. Önemli olan ne?

Sevgi, iyi niyet, bilgiyle bir şey.

Tıpkı göz ve ışık gibi. Tek başına, eğer ki, ışık olmazsa gözün hiçbir anlamı yoktur.

-Anladım. Korkuya dönelim.

-Korku duygusu da böyle. Nerede korkup nerede korkmayacağımızı bilmek zorundayız. Mesela Kur’an’da “Cinlerin sizin üzerinizde hiçbir etkisi yoktur” denilir. Üstelik cinler Kur’an’da halkın bildiği anlamda da kullanılmaz. Biz en iyisi bu konuya hiç girmeyelim. Bir gün bu konuyu da konuşuruz.

-Evet, iki oldu.

-Doğru.

-Korku.!

-Ölümden, bazılarımız ölümden çok korkuyor.

Neredeyse bazan ölüm duygusundan ödü patlayacak.

Biz insansoyu her şeyle aslında bir iyice yüzleşmek zorundayız.

“İnsan, bilmediği şeyden korkar” derler. Doğru. Bilirsek korkmayız.

İnsan, ölüden korkar mı? Korkmamalı.. Ölü ne? Canlının zıddı. Canlı yer, içer, yürür, döver, öfkelenir, öldürür vs.

Ölü.. Yemez. Görmez. Duymaz vs.

Kur’an ne der?

“Ölülere duyuramazsınız” der.

Onlar duymazlar der “Ta ki.. Sura üfleninceye kadar duyamazlar” der.

Böyle der. Der demesine ama bir de halkımıza, halklara bakalım. Ölüyle bir arada yatamaz. Morga tek başına giremez. Mezarlıkta uyuyamaz. Ölüye çiçek götürür, ama çiçek, adana kebap götürmez.. Niye? Niye olacak, ne gördüyse, onu tekrar eder durur da ondan..

Niye böyle..

Bu duygularla yüzleşmemiş.

Ölümden o kadar çok korkuyor ki..

Ölüm sözcüğü üzerinde hemen hiç kafa yormamış..

-Buradan nereye?

-Şuraya..

Diyorum ki.. Ölümün berraklığına sevişmeden başka hiçbir yerde erişemeyiz..

Belki de diyorum.. Tıpkı ölümde, sevişmek gibi bir haz/zevk anıdır.

Hani yaşarken, ölüme geçiş anına benzeyen iki andan sürekli geçiyoruz ya..

Uyku.. Biri uyku..

Hayattan, uyanıklıktan ayrılıp karanlığımıza hicret ettiğimiz an..

Huzurla dolu,

dinlendiğimiz zamanlar sıkıntılı anlarımızda, sığınmak istediğimiz sığınak..

Acının, yorgunluğun asude limanı..

Uyku ve ölüm. Ana rahmine, rahatlığa, huzura yeniden dönüşün adları..

Bir diğeri ise,

Benzersiz, müthiş bir duygu.

Sevdiğimizin bedeninde yanıp tutuşma..

Ürperip titreme..

Yalaz yalaz yanıp tutuşma.

Birbirin de,

Birbirine karşı,

Azgınca uçuşup durma..

Yıldız yağmurları gibi.

Birbirine dökülüp

Haz köpüklerinde,

Adeta eriyip yok olma..

Ölüm ve sevişme. Birbirine ne kadar da çok benziyor.

Soluk alıp verme gibi. Soluk alırken sevişme..

Ve verirken ölüm.

Yaşamın bütün bir sıkıntılarıyla, boğuntularıyla, bungunluklarıyla,

bir tek şeyle başa çıkılıp aşılabiliyor, oda sevişme.

Evet sevişme..Bütün kaygılardan, acılardan, korkuların kor ateşlerinden,

kacıp sığınılan kutsal sığınak, huzur mağası, sevişmek..

Yani o kutsal vakti kuşanıp emin sulara erme..

Aynen ölüm gibi dalıp gitme..

Unutuş..

Her şeyi unutup gitme anı.

Ölüm ve sevişme..

Ölüm, bir daha geri dönüşü olmayan,

Büyük, sanki kutsal yolculuk.

Ama sevişme öyle midir?

Sevişme bizleri ölüm yolculuğuna o büyük ve müthiş yolculuğa hazırlar.

Sevişme anı hiç bitsin istenmez. Orada, sevdiğinin bedeninde gömülüp gitmeyi arzularsın. Hiçbir şey bunun yerini tutamaz. Evet, hiçbir şey.

Düşünelim…

Neden? Neden Tanrı böylesine eşsiz bir hazzı insanın içine kattı?

Sadece çoğaltmak için mi? Sadece bunun için diyebilir miyiz?

Çoğu hayvanlar gibi,

O zaman yılda bir kez bu duygu içimizde uyanırdı.

Ama öyle değil. Hergün ! Yıl boyunca.. Yıllarca..

Neredeyse ölünceye kadar. Şöyle diyelim.

Yeni bir canlıya durmak.

Yaratmak ve yok olmak.

Belki de sevişmek : Bizi o büyük, müthiş yok oluşa yani ölüme hazırlıyordur.

Tüm bunları tam tamına bilmiyoruz.

Düşünmek bir başına yetmez. Önemli olan, birlikte düşünmektir.

O zaman mutlak düşünceye daha bir yaklaşmış oluruz.

Biz bir şeyi çok iyi biliyoruz.

O da.. Ölümden korkuyoruz. Ölmekten ödümüz kopuyor.

Ama doğru yaşamayı da bilmiyoruz.

Küçüklüklerimizi, büyüklüklenerek, toslayarak bastırmaya çalışıyoruz.

Ölümden korkuyoruz.

Fakat sevişmekten de korkuyoruz.

Mezhepler, meşrepler sevişmelerimize engel olmaya, gem vurmaya çalışmışlar.. İnsanların sevişme kanatlarını iyi uçamasınlar, zevkin ve sevginin doruklarında gönenmesinler diye yolmuşlar. Bazen de kopartmışlar. Burada şu dünlerde ve bugünlerde ki ruhbanlara bakalım.

Yapay dinler (mezhep ve meşrepler) Aziz ve Azize ya da Zühd içre yaşama adı altında insan nefsine yani arzularına savaş açmışlar. Bu uğurda ellerinden gelen her bir şeyi yapmaya kalkmışlar.

Adeta sevişmeyi utanılacak bir edim gibi sunmuşlar.

Yani insanın ölüm ve dirim bilgeliğini anlamayı içlerinden söküp almışlar.

Nasıl desek, sanki bir canavarı, bir kedi yavrusu yapmışlar.

Pençesi, dişleri olamayan bir canavar ya da kanatları olmayan bir şahin.

Evet, kanatları örselenmiş bir şahin.

Yüzyıllardır, sevişmek suç gibi sunulmuş. Neredeyse ihanetle bir tutulmuş.

Sanki otlağa bırakılmış yılkı otları gibi.

Sönük, silik, sinsi, bıkkın, yılgın. Yaşama sevinci, coşkusu, aşkı olmayan insanlar.

Her şeye her güzelliğe karşı olan sinirli, gergin, mutsuz, öfkeli insanlar.

Sevmeyi, sevişmeyi bilmeyenler hayatı da sevemezler.

Böyleleri ölü gibidirler. Kendi içlerinde ayağa kalkıp yürüyemezler.

Sürünürler. Kolayca ölürler ve öldürürler.

Oysa Kutsal kitap Kur’an “Bir insanı öldürmenin bütün bir insanlığı öldürmek, bir insanı diriltmenin de bütün bir insanlığı diriltmek” gibi olduğunu hatırlatır.

Sevmesini, sevişmeyi bilmeyenler, diriltmeyi de yani yaşatmayı da bilemezler. Bunlar en ölümcül duygularla yatıp kalkarlar. Yaşamak bu yürür-gezerlerle, aklı tutuklara, zavallılara yani zalimliği, hoyratlığı, hodkamlığı din edinmişlere çok ağır gelir. Bunlar bir başka söyleyişle, öfkelerine, çaresizliklerine, zavallılıklarına tutunarak yaşarlar. Bunların yürekleri çont olmuş gibidir.

 

ZALİM OLAN GÜÇSÜZ OLANDIR

Ben de derim ki..

Zalim olan güçsüz olandır.

Sevecenlik,

Ancak güçlü olanlardan beklenir.

Hepimiz,

Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz.

Bu, hepimizin de ilk ve son gelişi.

Öyleyse,

Hepimiz de kendi içlerimizde,

Uyanıp başlarımızı kaldırmalıyız.

Yiğit, onurlu, soylu olmalıyız.

Ortak, insanlık iradesi olmadan hiç kimsenin yaşamına son vermeyi asla düşünmemeliyiz. Bir insanı salt düşüncelerinden, inançlarından dolayı öldürmek, niyetin ne olursa olsun, bütün bir insanlığı öldürmek gibidir.

Allah’ın verdiği canı, bir başka canın, bir başına ya da meşrebiyle almaya hakkı yoktur. Bu apaçık Yüce Tanrı’ya fütursuzca savaş açmak gibidir.

-Tamam. Anlıyorum. Diyorsunuz ki..

İnsan kendine karşı azılı bir hasım kesilmemeli.

Yani kendi kendinin zalimi olmamalı.

Anlamalı.. Hep anlamaya çalışmalı. Hocam Yunus Emre’nin “Ben gelmedim kavga için / Benim işim sevgi için..” dediği gibi demeli.. Bunu yani sevgiyi ilke edinmeli diyorsunuz.

Aynen büyük Bilge Buda’nın da dediği gibi

“Dostum,

Ağaca çıkmak için,

Ne diye acele ediyorsun,

Biraz beklemesini bilirsen,

O meyve,

Zaten kendiliğinden yere düşecektir.

Yine dostum,

Düşmanını öldürmek için,

Bu telaş, bu hırs, bu öfke niye?

Biraz sabırlı olursan,

O adam zaten ölecek” diyor ya…

Bilmiyorum. Doğru anlamış mıyım?

-Tabii ki.. Çok güzel. İnsan, insani düşüncelerinden dolayı öldürmemeli.

Bu anlamda öldürmenin hiçbir mantıki açıklaması olamaz.

Yüce Yaradan şöyle düşünenleri, inananları öldürün asla demez.

Bu ona yakışmaz da.

Biz insansoyu onun-bunun din adına yaptığı yorumlarla, onun-bunun canına kıyıyor ve amansız bir zalim oluyoruz.

-Evet, anlıyorum. En iyisi biz yine konumuza dönelim. Sevişmek!

-Ben diyorum ki: Hazza, güzelliğe, keşfe giden yolları kapamaya bir hakkımız yoktur. Herkes süregelen bir sıradanlıkla sevişmeye mecbur değildir. Hep daha güzeli daha kendimize özgeyi aramalıyız. Hiç kimse onun-bunun mukallidi olmamalı. İnsan ne ona-buna teslim olmalı ne de teslim olmasına razı olmalı. Şeyh-mürit ilişkisinin her ikisi de kişilik bozukluğu, yani hastalıklı bir haldir.

 

İNSAN YALNIZ KENDİNE BENZEMELİ

İnsan her zaman her yerde hep özgün kişiliğini bulmaya çalışmalı. Yani hep o benzersiz, kendi varına varmaya çalışmalı.

Şöyle bir kendimize bakalım.

Gözbebeklerimizle, parmak uçlarımızla, saç tellerimizle, sesimizle yani her şeyimizle yer yüzünde biriciğiz. Öyleyse hiç kimsenin izdeşi olmamalıyız. Onun-bunun izdeşi olanlar, onun-bunun izinde yok olup giderler. Bir başka deyişle, kendi özgün kişiliklerini asla bulamazlar.

Evet her koşulda,

Kendi özgün kişiliğimizi arayacağız.

Yani hep yolda olacağız.

Menzile varmak o kadar önemli değil.

Önemli olan,

Yolda olmak. Süreç.

Bu sevişmekte de böyle.

Önemli olan boşalmak değil..

Boşalmadan önceki,

O tanımı imkansız halleri, duya duya, doya doya sürdürmektir.

Biz insanız horoz falan değiliz ki. Bu bir KEŞİF yolculuğudur.

İki kişinin birlikte keşfe çıktıkları, bir kendini arayış,

Yüce Tanrı’ya yakarış yolculuğudur. Hicrettir.

Deviniminden çok öte bir kişilik devrimidir…

Bu anlamda her güzel insan bir devrimcidir.

Çünkü devrimcilik önce kendini aramakla koşut bir gerçekliktir.

Sevişmesini bilmeyenler asla devrimci olamazlar.

Gergin, kendi içinde çatışkılı olanların varacağı güzel bir menzil yoktur.

Kimin içinde ne varsa dışına o yansır. Davranış olur. Hayat olur.

Ama sancılı bir hayat olur.Derler ya.. Kimde ne varsa o onu verir.

Bir adam zincirliyse zincirlerinin şakırtısını bir adam bağımlıysa bağımlılığını, biri cimriyse anca cimriliğini verebilir. Bu böyledir.

-Anladım. Sevişme dedik.

-İyi.. Senin iki de bir araya girmen iyi oluyor. Çağrışımlar böyle insanı alıp götürüyor.

Hayatta her şey birbirine bağlı. İlişkili.

Aşk olağanı olağanüstü görme duyusu. Aşk yüreğe gelip konunca, her şeyin rengi, biçimi, kokusu yani görüntüsü değişiverir.

Hani derler ya.. Hayatın gizi : Hayata “Hayret ve Hayranlıkla bakmaktır”

Hayret ve Hayranlık!

Hiçbir şeye, alışmamalıyız.

Alışkanlık duyularımızı köreltir.

Bizleri eskitir, çürütür, çökertir.

Eskitir dedim de aklıma geldi..

Hani dağlarda,

Bir yerde uzun süre kaldığı zaman hayvanlar, yemeden içmeden kesilirler. Tüyleri dökülmeye başlar, durgunlaşır, verimden düşüp sütten kesilirler..

Davarlar böyle olmaya başladılar mı sahipleri yer değiştirirler. Hayvanlar yeniden canlanmaya, bereketlenmeye başlarlar. Buna bizim oralarda “ESKİME HASTALIĞI” derler..

İnsan da eskir.

Onun için Yunus EMRE “Biz hergün yeniden doğarız / Bizden kim usanası” der..

Yunus’u, Karacaoğlan’ı iyi anlamalıyız. Onlar sevmeyi, aşkı ve de “sevişmeyi” çok iyi bilip anlamışlardır..

Her ikisi de sevmenin, aşkın ve sevişmenin hocalar hocasıdır. Üstelik bizim dilimizle, duygularını yani gerçeklerini dile getirip dillendirmişlerdir.

-Evet.. Birgün seninle bu Yunus ve Karacaoğlan üzerinde de konuşmayı düşünelim. Her ikisi de hemen her kitabında var. Neyse.. Biz yine konumuza dönüp sözü bağlamaya çalışalım. Pekala.. Ben sizin bütün romanlarınızı okudum. Aslında sizde onların meşrebindensiniz! Onlar gibi aşk, sevgi ve coşku adamısınız. Bu anlamda dünyaya metelik

vermeyen tıpkı Atatürk gibi “Benim karakterim bağımsızlıktır” diyen bir yapınız var.

Tarikatlara yani rabıta olayına başkaldırmış ÖZGÜR ruhlu bir kişiliksiniz..

Bütün eserleriniz de, en çok iki kavrama vurgu yapmaktasınız.. aşk ve özgürlük..

Bu anlamda Karacaoğlan senin de kuzenin yani EMMİOĞLU’n..

Tarikata başkaldırışın da beter. Onların üzerine attığı hurafe ağına takılıp kalan bir balık olmamışsın. Bu harika bir şey.

Aşk ve özgürlük.

İkisi de birbirini besleyen şey.

Göz ve ışık gibi ya da ses ve kulak gibi..

Atatürk’e ve Hz. Muhammed’e iyi bakalım. Onları kendi eserlerinden ve yaptıklarından anlamaya çalışalım. Her ikisinin de hayatında da aşk, sevgi ve sevişme var. Her ikisi de bilmeye, bağımsızlığa ve de özgürlüğe tutkun…

Hz. Muhammed daha ilk kutlu, evrensel buyrukta olduğu gibi bütün bir insanlığa,

-Okuyun ! Yaradanı.. Yeri-göğü her şeyi okuyun.. okumayan sapar, azar diyor. Burada kastedilen okumak..Anlamaktır. Algılamaktır. Paylaşmaktır. Yoksa AZARSINIZ diyor. Aynen böyle diyor.

Demek ki..

Okumayanlar AZGIN’lardır.

Doğru yoldan, özgürlüğe, aşka, sevgiye götüren yoldan çıkmaktır diyor. Daha ne desin..

 

MİRAS

Ya ATATÜRK!

O da..Ben size, miras olarak, ne bir doğma, ne bir ayet, ne bir kutsal metin bırakmıyorum.

Size sadece, sizin aklınızı ve insanlığın akıl terinin sonucunu olan bilimi, bilimsel düşünceyi bırakıyorum diyor.

Özetin özeti: Her ikisi de kendiniz olun diyor. Kendi aklınızı kediniz kullanınız diyor.

Aşk, sevgi olmadan ÖZGÜRLÜK olmaz.

Eğer, zamanımız kalırsa, bu konulara yeniden döneriz. SEVİŞME diyorduk.

Sevişme sözcüğünden korkuyoruz.

Tıpkı ölümden korktuğumuz gibi.

Neredeyse sevişme üzerine konuşmak günah gibi algılanıyor. Ayıp bir şeymiş gibi.

Ölmeden önce ölmeye en yakın vakit sevişme anlarıdır. Tanrı’ya en yakın olduğumuz, büyüklüğü önünde saygıyla ürperdiğimiz anlar. Tanrıya bütün bir içtenliğimizle, “ Tanrım ne kadar büyüksün. Sana şükürler olsun ” dediğimiz yani hazdan köpük köpük eridiğimiz, adeta bir ırmak olup aktığımız anlar.

İnsan soyunun,

En çok korktuğu ve utandığı an!

Hani ölüm gelip

Önümüze durduğu zaman,

Her şey önemini yitirir ya..

Belki de sevişmekten söz etmekten de bunun için korkuyoruz.

Utanıyoruz. Sevişmek, hayatta tutunmaya değer her şeyi önemsizleştirir.

Tıpkı ölümün ayak sesleri gibi..

Onun için olmalı ki..

Yunus Emre, “ AŞK gelincek cümle eksikler biter ” demiş..

Bu ne demek? Aşk gelincek, “ İnsan, maldan-mülkten, ünden, soydan, coğrafyadan, kendi bedeninden vs. bile özgürleşir..

Ne muhteşem bir duygu..

-Üstad, burada duralım mı? Şimdi efendim..Hiç aşık olamayanlar, bu görklü duyguyu tadamayanlar ne yapacak?

-Bak kardeş..Bir şey olmak için, bir yere varmak için, insan ona göre hazırlanır, yola çıkar..Mesala: ayışığını görmek için, nerede durulacaksa, orada durmak gibi bişey.

-Tamam. Anladım.

-Şöyle bir insanlık tarihine bakalım. Bütün saldırganların, işgalcilerin, zorbaların hayatında mutlaka “ sevişme ” sorunu vardır.

Seven insan, sevecen, barışçıl, paylaşımcı olur. Şu güzelim dünyayı, doğayı, çevreyi tarumar edip yağmalamaya kıyamaz.

Neyse.. Burada şunu da anıp geçelim. Halklar, aşkı bilmeyen, aşkı tatmamış, sadece aş yani mal-mülk tutsağı adamları başlarına getirmemeliler. Niye? Çünki, onlar, salt sevgiyle, barışla, özgürlükle tatmin olmazlar. Mala-mülke yapışıp kalırlar. Bir iyice basit, gel-geç şeylerin zebunu olmaya saplanıp kalırlar.

Özgürlük, aşk, sevg, paylaşmak isteyen insanlara tahammül edemezler. Halklar bu olguya pür-dikkat kesilip ona göre yaşamalılar.

Aşk adamı olamayanlar. Ancak basit anlamda “ AŞ ” yani parasever adamları olurlar. Daha sonra da, “ Nerede aş, oraya yanaş ”çılarla milletin başına bir heyula gibi gelip çöreklenirler.

 

Özetin özeti:

Sevişmek, başlı başına bir maceradır.

Beden ve ruhun,

Birlikte soyundukları

Devindikleri, koşup uçuştukları,

Bir oldukları,

Aynı yıldızlara doğru,

Dur-duraksız bir uçuş..

Bir yıldız yolculuğu.

Artık, ölüm, zaman yok.

Biçimler yok. Sadece hayret! Her şeye hayretle bakmak.

Derken, hayat; ürpererek, titrek adımlarla geri gelir. Bütün bir evrene dokunmuş gibi bir duygu yayılır yürekten yüreğe..

Yavaş yavaş, içten içe bir huzur duymaya başlarsın. Ölüm ürküsü alır başını gider. Gitgide çoğalan bir an gelir..Susarsın. Yeniden hayata dönersin. Az önce yaşadıkların gelir usuna. Yanına döner, şöyle bir minnetle, kalbi mutmainlikle yol arkadaşına bakarsın. Önce yavaş yavaş, usul usul ruhlar giyinmeye başlar. Daha sonra beden. Derken, yine iki ayrı insan olunur.

Düşünürsün.

Sevişmek, tanımsız, haz dolu küçük bir ölümdür.

Düşünürsün,

Belki de gerçek ölüm,

Bütün sevişmelerin toplamı bir hazdır.

Bir hazdır, ölmeden önce ölümle yüzleşip bir uzun yola çıkmak.

-T. ÇİNÇİN..Çok güzeldi.. Dilinize, yüreğinize sağlık. Sahiden sizinle söyleşi çok hoştu. Belli ki bu konu bir söyleyişle bitecek gibi değil. Lütfen, son sözlerinizi rica edeyim.

-OKUR..Doğru. Ben en son şunu diyorum.

Bizim insanımızın en büyük eksikliği, şu mukallit yani öykünmeci mantıklardan, alışkanlıklardan bir an önce kendilerini arındırmaları olmalı.

Bu dünyaya gelip de hiç yaşamamış gibi ya da bu dünyaya gelip de bilgelik içre yaşamadan ölüp gitmek ne büyük bir talihsizlik.

Sevgiyi, sevdayı, çocuğu, doğayı doğru-dürüst tanımadan, anlayıp yaşamadan ölüp gitmek ne kadar kahredici bir şey.

Öldükten sonra “Yargı Gününde”, Allah’ın bize armağan etmiş olduğu hayatı böyle, gergin, sıkıntılı, azap içinde yaşayarak gitmek çok acı..Nasıl ölürsek öyle huzura varacağız. Dirileceğiz.

Bütün duygularımızı geliştirebilmek için, bütün bir duygularımızı ölçülü olarak devreye sokup onları işlevsel kılmak zorundayız.

Her iki dünyada da, öte de yani “Yargı Gününde” burada yapıp ettiklerimizle gideceğiz..

Bilerek yaşayanlar, gerçekten yaşayanlardır. Tek başına iyi niyetin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Önemli olan, doğru bilgiyle, iyi niyet, ikisi bir şeydir.

-Tuanna ÇİNÇİN, Çok teşekkürler ediyor ve yine en kısa zamanda, “aşk, sevgi ve sevişme” üzerine mırıldalanalım diyerek esenlikler diliyorum…

_________________________________________________________________________________________________________________________

Ekmel Ali Okur’a facebook sayfasından ve e.aliokur@hotmail.com adreslerinden ulaşabilirsiniz.

_________________________________________________________________________________________________________________________

Genç Gelişim Özel Röportaj 2012

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız