Murat, Nevin Hanım ile Ziya Bey’in evlendikten on iki sene sonra dünyaya gelen tek çocuğuydu. Evlendikten sonra çocuk sahibi olmak istemişler ama uzun bir süre bu isteklerine kavuşamamışlardı. Yorucu bir tedavi sürecinin ardından bir…
Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA yusufyesilkaya@gmail.com
Murat, Nevin Hanım ile Ziya Bey’in evlendikten on iki sene sonra dünyaya gelen tek çocuğuydu. Evlendikten sonra çocuk sahibi olmak istemişler ama uzun bir süre bu isteklerine kavuşamamışlardı. Yorucu bir tedavi sürecinin ardından bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş ve dünyalar Nevin Hanım ile Ziya Bey’in olmuştu. Muratlarına ermiş oldukları için bebeğin adını Murat koydular.
Murat’ı yetiştirirken bebeklik döneminden başlayarak hiçbir isteğini geri çevirmediler. Murat’ın bütün isteklerini karşılarken, çocuklarına iyilik yaptıklarını düşündüler. Kendi hayatlarında, yaşamak isteyip yaşayamadıkları, elde etmek isteyip sahip olamadıkları ne varsa bütün imkânları Murat’ın emrine sundular. Murat’ı birbirlerinden bile korudular.
Bir gün Nevin Hanım pasta ve börek yapmak için hamur yoğuruyordu. Telefon çalınca işi bırakıp telefona bakmak zorunda kaldı. Bu arada birinci sınıfa gitmekte olan Murat, hamur leğeninin başına geldi. Unu eliyle karıştırmaya başladı. Mutfaktan başlayarak salona ve oturma odasına kadar her tarafa un döktü. Annesi telefon görüşmesini bitirip mutfağa geldiğinde gördüklerine inanamadı. Sabah temizlediği evin her yanı un ve hamur olmuştu. Çok sinirlendi ve Murat’a bağırmaya başladı. Bu sırada Ziya Bey eve gelmişti:
—Neler oluyor ya? Sesiniz ta dışarıdan geliyor!
—Evin halini görmüyor musun? Senin marifetli oğlun, yeni temizlediğim evin her tarafını batırdı.
—Ne var canım bunda, tekrar temizleyiverirsin.
—Tabi canım, o kadar kolaysa sen temizle. Sabahtan beri canım çıktı.
—Amma dırdır ettin be kadın! Gelir gelmez hemen kafa ütüledin!
Ziya Bey, Murat’ın başını okşadı ve elinden tutarak evin dışına çıkardı:
—Gel oğlum yanıma! Annen keçileri kaçırmış, yanında fazla durmayalım yoksa bize de bulaşacak.
Murat, her sıkıştığında yanında ya annesini ya da babasını buldu. Her zaman sığınacak bir limanı oldu. Annesi kızdığında babası sahiplendi, babası kızdığında annesi korudu. Bu durumda Murat’ın yapması gereken bir tek şey vardı; sıkıştığı durumlarda anne ve babasını kullanmak… O da bunu fazlasıyla yaptı.
Murat’ın sahip olduğu eğitim olanakları, birçok öğrencinin erişmeyi arzuladığı ancak bir türlü kavuşamadığı imkânlardı. Lakin Murat, bu imkânların hiç farkında olmadı, hep istedi, hep hazır buldu. Ebeveyn otoritesi diye bir yaptırımla hiç karşılaşmadı. Sıkıştığı her kapandan kurtaracak bir el daima hazır olduğu için çalışmasına, mücadele etmesine hiç gerek kalmadı. Murat, gençlik yıllarında anne ve babasının birikimlerini tüketti. Ve kaçınılmaz son olarak hayatta çuvalladı.
Nevin Hanım ve Ziya Bey, Murat için her türlü özveriyi gösterdiklerini ama neden başarılı bir evlat yetiştiremediklerini sorguluyorlardı. Ancak bu sorgulama için biraz geç kalmışlardı.
Eğitim otoriteleri, bireyin gelişim sürecinin anne karnında başladığını ve doğumdan itibaren sürecin hızlandığını belirtmektedirler. Kuşkusuz, aile ortamı çocuğun ilk öğrenme ortamıdır. Aile terbiyesi, bu durumda daha çok önem kazanmaktadır. Hayata dair ilk algılamalar ailede başlar çünkü. Algılamalarla birlikte değerler oluşur. İnsan, yaşamını bu değerler bütünü doğrultusunda sürdürür. İyi, doğru, güzel, haklı, yanlış, kötü gibi göreceli kavramlar, bireye ilk olarak ailede tanımlanır. Ve insan doğası gereği, yedisinde öğrendiğini yetmişine kadar sürdürmek ister.
Aile ortamı bu denli önem kazanınca, anne ve babaya düşen görevler de şüphesiz aynı değere sahip oluyor. Anne kızdığında baba çocuğu sahiplenirse, baba kızdığında anne yavrusuna kol kanat gererse çocuk terbiyesi, içinden çıkılmaz durum alır. İşin daha ilginç tarafı bu sahiplenmelerin çocuğa hiçbir faydası yoktur.
Çocuklarımıza kaliteli bir eğitim imkânı sunmak, ebeveyn olarak elbette en büyük arzumuzdur. Onların iyi yetişmesini sağlamak, geleceğe güvenle bakabilmelerini temin etmek önceliklerimiz arasındadır. Lakin bunu yaparken çocuğumuzun hayatla mücadele ruhunu köreltmeden, her istediğini daha istemeden sunarak gerçekleştiremeyiz. Her acıktıklarında bir balık vermek yerine, balık tutmayı öğretebilirsek daha akıllı bir yol izlemiş oluruz.