Ahşaptan yapılmış, sedeflerle işlenmiş çok kıymetli küçük antika bir sandık düşünün. Bu sandık eğer hurdacılar çarşısına düşmüşse, pek bir değeri olmadığını görürsünüz. Çünkü bu sandığın yapıldığı maddeye baktığınızda, her yerde bulabileceğiniz, kilosunu birkaç kuruşa satın alabileceğiniz ağaç olduğunu görürsünüz. Ama eğer bu sandık antikacılar çarşısına düşerse, işte o zaman her şey değişir. El üstünde tutulur. Herkes merakla bakar, ilgilenir. Eğer satışa çıkarılırsa, hemen değeri belirlenir ve açık artırma ile satılır. Artıran artırana… En yüksek fiyatı veren antikacı bu değerli eşyaya bu kadar çok para verdiği için …
Bülent ŞENYÜREK
bsenyurek@yahoo.com
Ahşaptan yapılmış, sedeflerle işlenmiş çok kıymetli küçük antika bir sandık düşünün. Bu sandık eğer hurdacılar çarşısına düşmüşse, pek bir değeri olmadığını görürsünüz. Çünkü bu sandığın yapıldığı maddeye baktığınızda, her yerde bulabileceğiniz, kilosunu birkaç kuruşa satın alabileceğiniz ağaç olduğunu görürsünüz. Ama eğer bu sandık antikacılar çarşısına düşerse, işte o zaman her şey değişir. El üstünde tutulur. Herkes merakla bakar, ilgilenir. Eğer satışa çıkarılırsa, hemen değeri belirlenir ve açık artırma ile satılır. Artıran artırana… En yüksek fiyatı veren antikacı bu değerli eşyaya bu kadar çok para verdiği için mutludur, çünkü elindekinin ne kadar ender bulunur bir parça olduğunu bilir. Verilen emeğe, sanatın benzersizliğine hayranlıkla karışık bir saygı duyar. İşte bir antikacı dükkanında bu kadar değerli olan bu eşya, eğer yanlışlıkla bir hurdacının eline geçmişse, beş kuruşluk bir değeri olmayan, eski püskü bir tahta parçası halini alır. Kilo hesabı tartılır ve diğer hurdaların yanına atılır. Değeri kilosuyla belirlenir. İçindeki sanat, emek hiç önemli değildir; diğer hurdalar gibi sıradan bir parçadır.
Maddeyi, nesneyi kıymetli kılan, verdiğiniz emek ve harcadığınız göz nurudur. Bir de verilen emeğin sonucunda ortaya çıkan ürünün nerede değerlendirildiği…. Antikacı dükkanında mı, hurdacılar çarşısında mı?
Elimize işlenmeye hazır bir tahta parçası olarak dünyaya getirdiğimiz çocuğun, büyüyüp iyi yerlere gelmesi, verdiğimiz emeğe, bizim maharetimize, sanatsal yetimize, zamana bağlı olduğu gibi, yolunun nereden geçeceğine de bağlıdır. İş ortamı, arkadaş ortamı, ev ortamı gibi birçok iç ve dış etkenler birleşir ve o umduğumuz, elde ettiğimiz veya edemediğimiz sonuçları doğurur.
Biz anne-babalar, o her türlü potansiyeli barındıran tohumun düştüğü toprak gibiyiz. Eğer tohum iyi bir toprağa düşerse, göğe erir, dal salar, yaprak açar, kök tutar; ama taşlık kumluk kötü bir toprağa düşerse, işte o zaman zor büyür, güdük kalır.
Anne-baba olarak iyi bir toprak olup çocuklarımıza ihtiyaç duydukları sevgiyi, ilgiyi vermeliyiz. Toprağın bitkiye verdiği mineral gibi, bizler de çocuklarımıza emeğin en kalitelisini vermeliyiz. Emeğin sadece gözyaşıyla sulanmış olması yetmez, bilgiyle de yoğrulmuş olması gerekir.
Bu Çocuk Yalan Söylemeyi Nereden Öğredi?
Çocuklarımızı yetiştirirken, aslında onların da bir toprak olduğunun, ebeveynler olarak o toprağa attığımız tohumların öneminin farkında olmalıyız. Çocuklarımıza söylediğimiz her şeyin onların dünyasında ne kadar büyük bir etki yarattığını örnekleriyle anlatmak istiyorum.
Her ailede yaşanan sıradan bir tabloya göz atalım. Çocuğun bilmesini istemediğimiz şeyleri saklamak için bazı küçük oyunlar oynarız. Bu saklama oyunları, maalesef çocuğa yalan söylemeyi, bir şeyleri saklamayı öğretir. Masum ve gerekli eylemimizden nasıl oldu da böylesi bir sonuç çıktı diye düşünemeden, “Bu çocuk yalan söylemeyi nereden öğreniyor?” diye dışarıda arayışlara geçeriz.
Çocuklarınız sürekli bir büyüme ve değişim içindedir. Sizin çocuğunuz olsa da, sizden ayrı bir kişilik geliştirir. Onu tanımaya ve anlamaya çalışın. Çocuğunuz, yaşamı deneme ve taklit yoluyla öğrenir. Ona ayak uydurmakta zorluk çekebilirsiniz. Onu oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarında özgür bırakın. Onu her yerde ve her zaman koruyup kollamayın. Küçük diye şımartmayın. O zaman çocuğunuz hep çocuk kalmak ister, büyüse de çocuksu davranışlar sergiler.
Her istediğini istediği zaman elde edemeyeceğini öğretin ona. Bunu öğretirken, örneklerini kendisinin yaşayarak öğrenmesini sağlayın. İçinizden geçen duyguları ona gösterin. Örneğin, bir mağazanın önünde durup “Bu paltoyu almayı çok istiyorum, ama paramız yok, olsun seneye alırız!” diyerek, ona da istediği her şeyi o anda elde edemeyeceğini öğretebilirsiniz.
Ben Senin Yaşında İken…
Ona, yerli yersiz söz vermeyin. Sözünüzü tutamazsanız size olan güveni azalır. Çocuğunuza kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. ‘Hayır’ın ‘hayır’ anlamına geldiğini yaşatarak öğretin. “Eğer ağlarsam, sızlanırsam ‘hayır’ ‘evet’e dönüşür” diye bir düşünce geliştirmesine izin verirseniz. Koyduğunuz kuralları ve yasakları ona, “aile kuralı” olarak benimsetin. Çünkü hiç kısıtlanmayınca ne yapacağını şaşıracaktır. Her şeyi, her zaman elde edebileceğine inanacak ve gerçek hayatta kısıtlandığında ya da sınırlandırıldığında hayal kırıklıklarına uğrayacaktır.
Ona karşı tutarsız davranışlar sergilemeyin. Çünkü o, tutarsız davranışlarınız karşılığında hem bocalar, hem de onlardan yararlanır. Çocuğunuza sürekli nasihat vermeyin. O, nasihatinizden çok davranışlarınızdan etkilenir.
Çok konuşup ona bağırmayın. Çünkü o, yüksek sesle konuşulanları pek duymaz. Yumuşak ve kesin sözler, sanki karşınızda yetişkin bir arkadaşınız varmış gibi davranmanız sonuç getirir ve onda daha iyi iz bırakır.
“Ben senin yaşında iken….” diye başlayan sözlere asla kulak asmaz. Kendinizle özdeşleştirmeyin, onu olduğu gibi kabul edin. Yanılma payı bırakın. Unutmayın; siz de yanlış yapa yapa öğrendiniz. Korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak büyüyeceğine olan inancınızı bir rafa kaldırın. Yaramazlıkları için onu kötü bir çocukmuş gibi yargılamayın. Ceza vermeden önce mutlaka onu dinleyin. Suçunu aşan cezalar vermeyin.
Çocuğunuzu yetiştirirken tüm bunlara özen gösterin. Çünkü sizin davranışlarınız onun yolunun nereden geçeceğini belirleyecek. Hurdacılar çarşısından mı, yoksa antikacı dükkanından mı?