Aşk iklimdir / tarikat cihazlarıyla / yaratır dünyasını / inanmayanlar için / Allah imkanıdır.
Aşk için böyle demiş şair… Böylesine derin anlamlar ifade edene ve insan için beklide varlık sebebi sayılabilecek bir mefhumu anlatmaya çalışmak hiçte kolay olmamakla birlikte insanlık tarihi boyunca da üzerinde en çok durulan konulardan bir tanesi olmuştur…İnsanlığın yeniden varlık sahasına çıkması ve özünü bulması için bu sihirli kelimeye bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır…Dünden bugüne insanoğlu çok değişik süreçlerden geçmiş, çok badireler atlatmış ve dönem dönem yok olmayla yüz yüze gelmiş beklide insanlığı yüreğinde sevgi olan, özünü yakalama sevdasıyla dolu insanların yüzü suyu hürmetine yok olmaktan kurtulduğunu söylemek hiçte abartı olmaz…
Kutsal metinlerin hepsine rengini veren ve insanlığın kaotik süreçlerin yegane çaresi de özünü arayan insanın yüreğindeki aşktır. Son dönemde hepimizin öyle veya böyle bir şekilde tanımaya başladığımız tasavufi aşk söylemi ile içinde yaşadığımız zaman dilimi içinde dilinden aşk kelimesini hiç bırakmayan günümüz insanının aşksal trajedilerini ele almakla konuyu biraz daha somutlaştırmanın faydalı olacağını sanıyorum ama bundan kasıt insanın özüne olan umudunun yitirilmesi değil sadece kendimiz dahil yeniden özsel aşka uygun yaşamaya yönelik bir anlayış gerçekleştirmektir. Aşk umutsuzluktan beslenmediği gibi aşk tüketmeye de asla uygun bir duygu değildir…
”Aşk şeriatı,bütün dinlerden ayrıdır; aşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de…”Mevlana’nın bu veciz sözünü baz alıp konuşacak olursak aşk başlangıcı her ne kadar mecaz nedenlerle başlasa da nihai hedef Allah’ı bulmaya yönelik olduğu gerçeğini açık bir şekilde bizlere gösteriyorken günümüzde ise bu gerçeğin göz ardı edildiği aşikardır. Ancak yine de kendine ve diğer canlılara yabancılaşmış günümüz postmodern insanın kendini bulmak için yeniden aşk ve sevgiye yönelik yazılan kendi özünü bulduğu aşk söylemlerine çok daha fazla ilgi gösterdiği gerçeğinide buraya not etmek gerekir.
Bilinçli olarak tüketim kültürünün etkisiyle aşkların metalaştığı ve ticarileştiği bu dönemde her şeye rağmen toplumun sağduyu ve vicdanının bu gidişata tam olarak teslim olmak istemediğini görüyoruz. Zira tek geçer akçenin gelip geçici nefsani şeyler olmadığını er ya da geç fark edebilme başarısını göstermiş durumda insanlık. İnsanı paraya, statüye, dışsal görünüme göre değerlendiren ve temel hedefi ego tatmini ve hazza yönelik her türlü bakış açısının insanlığı mutsuz ettiği yavaş yavaş görülmeye başlanmış durumda. Çünkü insanın özüne aykırı bu anlayışın insanlığa mutsuzluktan başka hiçbir şey getirmediği açıkça ortadadır. Bu bağlamda insan oğlunun kendini yeniden gözden geçirmesi gerekir, özellikle kadın- erkek ilişkisinin aşkın doğasına aykırı bir şekilde insanın özünden ve kişilğinden bağımsız olarak gayri insani kıstaslar üzerinden geliştirilmesi mutsuz insanlar üretmekten başka hiçbir şeye yaramamaktadır. Adeta ekonomik bir faaliyet olarak idrak edilen, alınıp satılan ve hemen yenisiyle değiştirilen tüketim kültürünün hızlı tükenen aşklarının artık moda tabirle ”demode” olması gerekir…
Eğer aşkın hakkı verilirse ve insanlık bu doğrultuda doğasına uygun yönlimlerde bulunursa sanırım herkesin özlemini çektiği cenneti, yaşarken yeryüzüne indirme şansı var… İnsan öğrendikçe olgunlaşan bir varlık olduğu için yaşadığımız her türlü acı tatlı deneyimden yararlanarak kendimizi bulacağımız yeni dünyalar kurmak mümkün ve bugün buna her zamankinden çok daha yakınız…Aşk, Aşk ehli insanların elinden yeniden hayat bulmalı ve hayat vermeli dünyaya…Ne söylesek sanırım eksik olacak…Bu konuda sözlerimi aşk ehli bir kalemin dizesiyle bitirmek en mantıklısı olacak sanırım. Hepimiz aşk ile kalalım inşallah…
•İlm kesbiyle pâye-i rif´at Ârzû-yı muhâl imiş ancak Aşk İmiş her ne var âlemde İlm bir kîl-ü kâl imiş ancak
• (ilim kazanmakla yüksek bir mevki edinmek imkansız bir hayal imiş. dünyada her ne varsa aşk imiş, ilim ancak bir dedikodu imiş…)
*
Ada Yılmazer
yilmazerada@gmail.com
www.gencgelisim.com