Şu Kişisel Gelişim Dedikleri…

0
994

Merhaba sevgili dostlar!
Son yıllarda sıklıkla duyulur, merak edilir oldu Kişisel Gelişim. Hatta bazı kesimler tarafından itici bulunmaya başlandı. Peki nedir bu kişisel gelişimin aslı astarı? Yenir mi, içilir mi, giyilir mi? Doğru ya da yanlış, gözlemlerim sonucunda edindiğim izlenim, bazı insanların bu konuda yeterince bilgilendirilemediği ya da yanlış bilgilendirildikleri yönünde. Bu kesimde hâkim kanaat, kişisel gelişimin bir “fantezi”den ibaret olduğu şeklinde gelişmiş. Bir başka ifade ile, tuzu kuru insanların, yapacak başka bir şey bulamayınca hobi olarak ilgilendikleri bir alan olarak algılanıyor kişisel gelişim. Tıpkı pahalı ve özel bakım isteyen  hayvan beslemek ya da yemek üzerine kaymaklı kadayıf ısmarlamak misali…
Oysa kazın ayağı öyle değil! Her zaman söylerim; bıçak ekmek de keser, cinayet aracı olarak da kullanılabilir. Şimdi kabahat bıçakta mı, onu yanlış kullananda mı?

 

 

İSMAİL HAKKI KAR
ismailhakkikar@edimer.net

 

Merhaba sevgili dostlar!

Son yıllarda sıklıkla duyulur, merak edilir oldu Kişisel Gelişim. Hatta bazı kesimler tarafından itici bulunmaya başlandı. Peki nedir bu kişisel gelişimin aslı astarı? Yenir mi, içilir mi, giyilir mi? Doğru ya da yanlış, gözlemlerim sonucunda edindiğim izlenim, bazı insanların bu konuda yeterince bilgilendirilemediği ya da yanlış bilgilendirildikleri yönünde. Bu kesimde hâkim kanaat, kişisel gelişimin bir “fantezi”den ibaret olduğu şeklinde gelişmiş. Bir başka ifade ile, tuzu kuru insanların, yapacak başka bir şey bulamayınca hobi olarak ilgilendikleri bir alan olarak algılanıyor kişisel gelişim. Tıpkı pahalı ve özel bakım isteyen  hayvan beslemek ya da yemek üzerine kaymaklı kadayıf ısmarlamak misali…

Oysa kazın ayağı öyle değil! Her zaman söylerim; bıçak ekmek de keser, cinayet aracı olarak da kullanılabilir. Şimdi kabahat bıçakta mı, onu yanlış kullananda mı?

Doğrusunu isterseniz bana göre kişisel gelişim hava, su, yemek ve hastalık tedavisinde kullanılan ilaçlar kadar önemli. Asla göz ardı edilmemeli. Rahat, güvenli, paylaşımlı ve mutlu bir hayat için en temel faktör.

Kabul etmeliyiz ki, zaman zaman gerek kişiler arası, gerekse kurumlar arası diyaloglarda (ya da kişi-kurum iletişiminde) uyum zorlukları çekiyoruz. Diyalog kopuklukları, anlayamama, yanlış anlama problemleri yaşıyoruz. Kısaca, her daim didişiyor, münakaşa ediyoruz. Herkes diğerini suçlu, kendini haklı görüyor. Öyle ki bu iletişim, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bazen de çok basit şekilde halledilebilecek bir şeyi, karşı tarafın tepkisinden çekindiğimiz için, düzeltmeye teşebbüs dahi edemiyoruz. Çözümsüzlük devam ediyor. Ama, başarısızlık yenilir yutulur bir şey değil. Sonuçta da başkalarına fatura edilip, savunma iç güdüsü ile sorumluluklarımızdan kurtulma, (dolayısı ile rahatlama) en güvenli yol olarak görülüyor. Hani eskiler derler ya; “Kabahat samurdan kürk olsa, kimse onu giymez.”

Peki ne yapmalı? İnsanlar ve kurumlar arası verimli ilişki nasıl olmalı? En az problemin yaşandığı bir ortam nasıl oluşturabilir? Tam da bu noktada kişisel gelişim eğitimleri devreye giriyor. Hani bazılarımızın bilgi eksikliğinden ötürü “fantezi” olarak gördüğü kişisel gelişim…

Sevgili dostlar, hayatta en kötü şey, “bilgi kapitalisti” olmaktır. “İnsanların hayırlısı, (iyi olanı) insanlara faydalı olandır” hadis-i şerifi de buna işaret etmiyor mu? En azından ben öyle anlıyorum.

Duymuşsunuzdur, dünyada iki şey paylaşıldıkça çoğalır: Bilgi ve sevgi. Bir şey de paylaşıldıkça azalır: Derdimiz.
Geçmişte çok samimi bir arkadaşım, “Hocam, Gebze’de bir eğitim semineri varmış. Müsaitsen beraber gidelim.” demişti.  Konunun tam da benim alanımla alakalı (ikili ilişkiler, beşeri münasebetler) olduğunu öğrenince biraz da gereksiz görerek “Ömerciğim, benim bildiklerimin tekrarından başka bir şey olmayacak. Ancak, sana eşlik etmek için gelebilirim.” diyerek, aslında isteksiz olduğunu ima etmiştim. Uzatmayalım. Seminer başladı. Hakikaten de eğitimci bildik şeyleri başka cümlelerle tekrar etti. Ancak öyle bir bilgi paylaştı ki, eğitimde belki de yarım saatte anlattığını, dört cümlede özetliyordu.

“Dünyada bakış açısı bakımından dört tür insan var:
Bilir, bildiğini bilmez. Ona bunu hatırlatıp cesaret vermek, teşvik etmek lazım.
Bilmez, bilmediğini bilir. Ona bilmediğini öğretmek lazım.
Bilir, bildiğini bilir. Ona kulak verip öğrenmek lazım.
Bilmez, bilmediğini de bilmez, bildiğini iddia eder. Ondan da uzak durmak lazım.” Hatta bu dördüncü kategoriye girenler için yüzyıllar önce yaşamış bir bilgenin “Ben girdiğim fikrî tartışmalardan çoğunlukla galip olarak ayrıldım. Ancak cahillerle girdiklerimden asla… Onlar, ıslak sabun gibidirler. Elinizle tutmaya çalışsanız bile bunu başaramazsınız. “ dediğini iletti bize. İşte o an, biraz da mahcubiyetle, ne kadar yanlış düşündüğümü anladım. Oysa sırf bu dörtlüğü öğrenmek için değil Gebze’ye, Fizan’a kadar giderim, gitmeliyim, gitmeliyiz…   

Gelin hep birlikte bizi yaralayan olaylara, davranışlara çözümler bulalım. Bulduğumuz çözümleri herkesle paylaşalım.        Unutmayalım ki çözümsüzlük, çözüm değildir. “Kişinin bilmediğini bilmesi”, gelişimi ve mükemmele yönelmesi için en önemli adımdır, ne dersiniz?

Umut ve sevgi ile…

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız