Lilay Koradan
www.gencgelisim.com
AŞK VE EVLİLİK
Aşk tomurcuğunun filiz vermesi ve sonsuzluğa ulaşması için ne gereklidir? Elbetteki evlilik. Aşkın yüce bir değer olduğunu bilen insan, bu yüce değeri tüketmemek, muhafaza etmek ister. Birbiriyle düğümlenmek, aşklarını hayat boyu korumak ve ona sıcak bir yuva içinde çocuklarla yaşam katmak isteyen aşıklar evliliğin yolunu tutarlar.
Birbirlerine aşık çiftlerin yaptığı evliliklerde sen, ben kaygısı yok olmuştur. Seven ve sevilen, gönül birliğine kavuşmuş bir tek varlık halini almıştır. Onlar birbirinin ne hakimi ne de mahkumudur. Varlıkları, benlikleri birleşmiştir. Aynı his, aynı heyecan, aynı neşe, aynı zevkle çırpınan tek yürek olup atmaktadırlar. Mutluluğu aşkta arayanların sevgiyle yoğrulan benlikleri bir kalpte çarpar, tek bir ruhta birleşir.
“Evlilik bir ilim, aşk bir sanattır.” derler. Aşk evliliğin kapısını araladığında çiftlerin omuzlarına bekarlıkta yaşamadıkları pek çok sorumluluk yüklenir. Her şeyden önce maddi anlamda ayakta tutulması gereken bir yuva söz konusudur ve ekonomik kaygılar evliliğin narin duvarlarını tırmalamaya başlar. Evlilik öncesindeki aşkın doyasıya ve tasasız yaşandığı günler yerini geçim sıkıntısına bırakabilir. Böyle bir durumda çiftlerin birbirlerine daha sıkı kenetlenmeleri ve geçici problemlerin aşklarını yıpratmasına izin vermemeleri gerekir. Evlilik inişli çıkışlı bir yoldur. Ama aşk yitirilmediği sürece bu yol daima zirveye doğru meyleder. Karşılaşılan her güçlükte ve üstesinden gelinen her problemde aşk daha da yükselme ve kuvvetlenme fırsatı bulur.
Nişanlılık
Eski Yunan, Roma ve İslam medeniyetlerinde de var olan nişanlanma, evlilik öncesi tarafların birbirini tanınma ve birbirine ısınma evresi olarak kabul edilir. İlk nişan yüzüğünü takan Musevilerdir. Musevilikte yapılan nişanlarda, “Seni istiyorum ve nişanlı olarak sana elimi uzatıyorum.” denilir. Bunun nişanesi olarak da yüzük veya altın hediye edilir. Yüzük kalp solda olduğu için sol parmağa takılır.
İslâm’da evlenecek kadın ve erkeğin birbirini daha iyi tanıması için nişan geleneği vardır.
“Görüşmek, aranızda samimiyet oluşturmada en iyi yoldur. Allah size esenlik emreder, güçlük emretmez.” denilir. Nişanlanma, çoğu defa erkek ve kız arasında sevgi ve yakınlık yaratır. İlk görüşte gözünüze çekici görünmeyen bir kişiyle birkaç kez görüştüğünüzde ve bir arada bulunduğunuzda arada bir sıcaklık peyda olur. Bakarsınız ki sözünde bir tatlılık, davranışlarında bir incelik var. Sevgi ve şefkat eğilimleri sizi ona yakınlaştırır. O, artık size önceki gibi çirkin görünmez. Siz de ona meyleder, onu sevmeye başlarsınız. Resmen aşık olur, hatta onu çılgınca seversiniz. Artık onun renk ve çizgilerini değil, bu çerçevenin içindeki insanı görürsünüz. Şeklin ve bedenin ötesindeki insanı seversiniz.
Kimi zaman da gözünüze ilk önce güzel görünenin güzelliği günden güne silinir. Yaklaşayım derken kendinizi pek uzaklara kaçmış bulur, içinizi yoklayınca bomboş olduğunu görürsünüz. Eski sıcaklık yitirilmiş, yerini soğukluk almaya başlamıştır. Artık onu görmemek, duymamak, ondan uzaklaşmak istersiniz. Öyleyse aşkı bedende değil, ruh ve ahlâkta aramak gerekir. Nişanlılık ise bunu keşfetmenin en güzel yoludur.
Evliliğe Hayat Veren Unsurlar
Yuvada kadın-erkek birbirlerinin dilidir. Ortak dilin mekanik gücü ise kalptir. Evlilikte çiftlerin kalpleri aynı heceleri fısıldıyor, aynı yere yönelip aynı tutkuyla atıyorsa evlilik engellerin kolay kolay yıkamayacağı dayanıklı bir zemine oturmuş demektir. Saadet yalnız ve yalnız böyle bir yuvada yaşam alanı bulur. Zevk ve ihtiraslara uyularak kurulan birliktelikler saadet getirmez. Erkek ve kadın ortak aşk söz konusu olduğunda hak ve sorumluluklarını bilmelidirler. Kadının asi değil uysal oluşu, ani tepkiler vermeyişi ona saadet kapıların açar. Erkeğin de sadakatli olması yuvaya bereketli tohumlar saçar. Evine ve eşine bağlı bir erkek ile sağduyulu ve olgun bir kadın evliliği bir ömür boyu sürdürecek asıl unsurlardır.
Erkek bir su gibidir. Bu su kadının hayat kabına döküldüğü zaman tamamıyla kabın şeklini alır. Diğer deyişle, kadının olayları ele alış ve değerlendiriş biçimi, erkeğin pek çok negatif özelliğini zamanla ortadan kaldırmaya muktedirdir. Akışkan ve şekil değiştiren bir ruh haline sahip olan erkek, kadının şefkatli ve hünerli ellerinde gönlünün kendisini savurduğu fırtınalardan kurtularak sakin ve tatlı bir limana yanaşır.
Yuva neşe ister. Kadın ve erkek şen, neşeli olduğu zaman onların bu hali aşklarının solmasını önler. Aşk tatlı sözlerle beslenir. Ovidus der ki “Aşk ve evlilik; tatlı söz ve incelik ister.
Erkek, kadına baskı yapmadan hakimiyetini kurmak ister. Yaradılış doğasında da bu böyledir. Kadın ise kendine düşen görevlerde hakim ve tedbirli olmayı, erkeğin kendisi üzerinde kurmak istediği hakimiyeti dizginlemeyi bilmelidir.
Kadın hep yeni bir sevgiliyi karşılayacakmış gibi görünmelidir. Onun güler yüzlülüğü ve neşesi evliliğin ve sevginin devamını sağlayacak biricik unsurdur. Grace Bradley, kadının bakımlı, güler yüzlü olmasını evliliği sürdürecek kıymet olarak görür.
Kadın ve erkek birbirlerinin ayıplarını yüzlerine vurmaktansa bu ayıpları örtmeye çalışmalıdırlar. Duygularını yaralamayan hallerde her iki taraf da sabırlı ve müsamahakâr olmalıdır. Evliliklerde kopan fırtınalar sıcak yaklaşımlarla önlenebilir. Erkek önce davranmalı, gönül alan taraf olmaya çalışmalıdır. Dudakların ateşi gözyaşlarını kurutur. Bir öpücük barış getirir.
Robert Hess konuya açıklık getiriyor:
“Erkekler kendi işlerine gösterdikleri ilgi ve dikkatin onda birini aşk, sevgi ve yuvalarına gösterseler birçok evlilikte saadet rüzgarları eser.”
Çocuk, yüzyıllar boyunca aşkın ve evliliğin çiçeği olmuştur. Sargent, çocuğun aşkın birleştirici unsuru olduğunu ifade ediyor: “Kadın ve erkeğin birbirine olan sevgisi, ikisinin birçok hatlarını taşıyan yavrularının karşısında derinleşir, aydınlanır.”
Evlilik Merdiveni Aşkı Zirveye Taşır
Evlilikle birlikte aşk, yeni aşklar türetir. Bedensel yaklaşım gerçekleştikçe aşkın verdiği ruhsal güç daha da artar. Evet, aşk sonsuzdur, sonsuzluktur. Evlilik ise, aşk tohumlarının bereketli tarlalara serpilmesi gibi yemyeşil başaklar çıkarır. Bu başaklar varlıklarını çocuklar üzerinde gösterir. Aşkla örülmüş bir yuvanın çocukları da aşkla büyür ve aşkla olgunlaşır. Anne babada hayat bulan aşk çocuklara doğru büyüyen ve yoğunlaşan bir seyir izler.
İnsanlığın saadetinin gelişmesi ideal bir yuvayla mümkündür. Yuvada yeşeren mutluluk filizleri aşama aşama tüm insanlığı sarmaya başlar. Yuvaları kuran ve ölümsüz yapan aşktır; meyveleri ise yeni aşklardır, yani çocuklardır.
Montesque, aşk ve evlilikle ilgili şunları söylemiş:
“Aşk ruhsal bir tedavi şekli olup azaldıkça aile mutlulukları da azalır.”
Aşkın sayesinde, evlilikler ve yuva temiz ve nezih kalır. Aşıkların yuvası bal peteğidir, aşksız olanlarınki ise örümcek ağıdır. Aşkla beslenen evlilikte, insanı içten ve samimice çevreleyen, ona teselliler bahşeden, onu bütün benliğiyle saran, seven, samimi duygular vardır. İnsan bunlarla zevk duyar, hayatında ahenk ve huzur bulur. Aşkın tüketildiği bir evde ise anne babayı birbirine ve çocuklara bağlayan bağ yok olmuş, birlikte yaşamak alternatifi olmayan bir zorunluluk haline gelmiştir. Aile bireyleri, özellikle de anne ve baba, sığınacak başka bir yuva olmadığı için aynı hane içinde yaşamaya bir anlamda mahkum olmuşlardır. Bu zor katlanılır ve acı veren bir durumdur. Birbirlerine duydukları sevgi ve bağlılığı yitirmiş eşler, çocukların sağlıklı bir ortamda yetişmeleri için bir işkenceye dönüşse de aynı evde yaşamayı ite kaka sürdürürler. Bu, sağlıksız bir yuva ve dolayısıyla sağlıksız bir toplumun tohumu demektir.
Aşkın Meyvesi: Çocuk
Çocuk, birbirini seven iki kalbin yarattığı, besleyip büyüttüğü üçüncü bir kalptir. Yüce Yaratıcı öyle bir denge kurmuştur ki, hem bedensel hem de ruhsal rahatlama sağlayan aşk ve sevginin meşru birleşmesinin bir sonucu olarak bir yuva için hem eğlence kaynağı olan, hem de yalnızlıktan kurtulmayı ve aşkın sonsuzlaşmasını sağlayan bir nimeti, çocuğu bahşetmiştir.
Çocuk, mısraları sevdayla yazılan bir şiirdir, bir neşe ve saadet güneşidir. Çocuk aşkın sembolüdür. Çocuk, şefkat ve içli duygu verir.
Victor Hugo çocuksuzluğu şöyle tarif eder:
“Çocuksuz bir ortam, güneşsiz bir dünya gibidir. Kara ve karanlık… Orada his yok, renk yok. Ne esrar var, ne güzellik… Orada ne bahar var, ne çiçek… Orada acı bir boşluk var. Allah’ım, yazı çiçeksiz, kafesi kuşsuz, yuvayı çocuksuz bırakma!”
İki kişi birbirine aşıksa, çocuğa sahip olma neredeyse istemenin de ötesine geçerek bir ihtiyaç halini alır. Aşıklar, taşıdıkları yoğun duyguların bedene bürünmüş, canlı ve sevimli bir halini görmek isterler. Bu da çocuğa duyulan doğal istek ve meyildir.
Profesör Marie Stops aşk yakınlığı hakkında şunları söylüyor:
“Aşk yakınlığı, kadın ve erkeğin sadece bedenen birleşmesi değildir. Kadın ve erkeğin, içlerinde kabaran sınırsız kuvvetlerin meydana getirdiği ateşle yanması, bu enerjinin etkisiyle vücutlarının birbirlerine karşı hasret duyması, birbirine sokulması, birbirini meşru bir şekilde sararlarken derin bir zevk duymaları sadece bedeni değildir. Bu birleşmede, iki vücudu birleştiren esrarlı duygular kadın ve erkeğin bütün ruhunu, bütün benliğini eriterek birbirine karıştırır. İkisi arasındaki yakınlaşmanın hararetinden yeni bir ateş parlar. Kendinden geçip haz, zevk ve coşkunun en yüksek tabakalarına tırmanan kadın ve erkek, beraberlerinde sonsuz hayatın kıvılcımını da getirirler. Bu kıvılcım çocuktur. İki aşığı birbirlerinin kollarına dolayan ulvi güç ve yakınlaşmanın en son ve en yüksek gayesi çocuktur.”