"Felaketin bir iyiliği varsa
O da hakiki dostlarımızı tanıtmasıdır."
Hepimizin hayatı inişler ve çıkışlarla dolu. Bir şeylere ulaşmanın, elindekine sahip çıkmanın yolu verdiğimiz kararlardan geçiyor. Çoğu zaman gereğinden fazla düşünsek bile yine de karar verirken zorlanıyor, bu uğurda çözümleri erteliyoruz. Neden mi?
Düşünmek, bir sonuca varmak ve o sonucun bedeline katlanmak çok acı geliyor. Belki de en çok canımızı sıkan kararı alamadan geçirdiğimiz süreç. Ne kadar başkalarına danışarak kararlarımızı vermeye çalışsak da bizim için en doğrusunu yine biz bilmek zorundayız. Çünkü yaşamlarımız seçimlerimizin sonucu şekilleniyor. Karar vermekle ilgili çok şey söyleyebilecek, hatta yazabilecekken bu ay sizlerle çok sevdiğim iki öyküyü paylaşmak istiyorum.
Özlem Seller ozlem@alitopusat.com
"Felaketin bir iyiliği varsa
O da hakiki dostlarımızı tanıtmasıdır."
Hepimizin hayatı inişler ve çıkışlarla dolu. Bir şeylere ulaşmanın, elindekine sahip çıkmanın yolu verdiğimiz kararlardan geçiyor. Çoğu zaman gereğinden fazla düşünsek bile yine de karar verirken zorlanıyor, bu uğurda çözümleri erteliyoruz. Neden mi?
Düşünmek, bir sonuca varmak ve o sonucun bedeline katlanmak çok acı geliyor. Belki de en çok canımızı sıkan kararı alamadan geçirdiğimiz süreç. Ne kadar başkalarına danışarak kararlarımızı vermeye çalışsak da bizim için en doğrusunu yine biz bilmek zorundayız. Çünkü yaşamlarımız seçimlerimizin sonucu şekilleniyor. Karar vermekle ilgili çok şey söyleyebilecek, hatta yazabilecekken bu ay sizlerle çok sevdiğim iki öyküyü paylaşmak istiyorum.
Bu öykü de diğerleri gibi başlıyor
"Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kasabada dünyalar kadar güzel bir kız yasarmış. Bu kız öyle güzelmiş ki, çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi, nice şovalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş.
Bu arada aynı kasabada yasayan ve bu kıza aşık olan bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da reddetmiş. Aradan uzun yıllar geçmiş. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.
Bir gün yolu bir zamanlar yasadığı güzel, küçük kasabaya düşmüş. Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zaman orada yasayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını çok merak etmiş. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış. Üstelik zengin bile değilmiş.
Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş. Kız da ona, arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü koparıp getirirse, cevabı vereceğini, bu arada tek şartının bahçede ilerlerken, geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.
Adam da bunun üzerine yüzlerce gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış.
Birden çok güzel sârı bir gül görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde pembe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş. Tam onu koparırken ileride…
Derken bir de bakmış ki, bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki sonuncu gülü koparıp kıza götürmüş.
Bahçenin en güzel gülünü beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül.
Gülmüş adama…
"Bak gördün mü?" demiş. "Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve en sonunda en kötüsüne bile razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik gitmeden doğru seçimler yapmayı öğrenmek gerekir."
Kıssadan hisse, "Doğru zamanda, doğru kararlar almalı ve karar verdikten sonra kararımızı tekrar sorgulamamalıyız.
Diğer öykümüz ise çooook uzak diyarlarda geçiyor. Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz ati varmış ki, kral at için ihtiyara nerdeyse bir hazine teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı” dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Bütün köy, ihtiyarin başına toplanmış.
“Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ise ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin”. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
“Babalık” demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz.” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama içlerinden “Bu herif sahiden aptal” diye iç geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
“Bu kez haksız çıktın.” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.” demişler.
İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarin kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.
“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler.
“Oğlunun bacağı kirik, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
Buradan çıkaracağımız hisse ise
“Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar, aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak insani huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
Ruh Sağlığı dersimizde öğretmenimiz Prof. Özcan Köksel “Sağlıklı düşünmek, doğru karar vermek için büyü, fal ve rüya yorumu, gelecekten haber verme gibi boş inançlardan ve gizli öğretilerden kaynaklanan düşünce sisteminden kurtulmakla aklın mantığın ilkeleri kuralları içinde düşünmek gereklidir.” derdi. Ben de duygularımızın kararımızı çok etkilememesi için bu süreci sizin için sıralamak istedim.
Vermemiz gereken her karar, vermediğimiz takdirde hayatımıza yeni bir problem olacağı için de karar verme tekniğini direk problem çözmeye odaklanarak hazırladım.
Vermeniz gereken her kararda aşağıdaki sıralamadan destek alabilirsiniz.
1) Kararı doğru tanımlamalıyız. Bu karar neleri içeriyor?
2) Konuyu iyice analiz etmeliyiz. Yani almamızın bize getirecekleri ve almak için neler yapmamız gerektiğini belirliyoruz.
3) Bu kararımızdan kimler etkilenecek?
4) Bizi bu kararı almaktan kim alıkoyabilir?
5) Bu kararın maliyeti ne olacak?
6) Bu kararı nasıl uygulayacağız?
Uygulama adımlarımızı belirliyoruz.
7) Kararımızı uygulamak için ne gibi hazırlıklara ihtiyacımız olduğunu gözden geçiriyor ve kararımızı uygulamaya başlıyoruz. Durun daha bitmedi. Peki, arada bir “ne yaptım, neredeyim” diye gözden geçirmeyecek misiniz? Kararınız bol, sonucunuz çözüm olsun.
BİR GÜNÜ DEĞİL BİR HAYATI GÜZELLEŞTİRMEK
Bir lisenin eski mezunlarının buluştuğu gün, bazı eski öğrenciler kürsüde okula dair hatıralarını anlatıyorlardı.
Yirmi yıl önce mezun olmuş öğrencilerden biri, ikinci sınıftaki sanat öğretmeninden bahsetti. Üniversiteye gitmeye onun teşvikiyle karar verdiğini ve şimdi iyi bir üniversitede profesör olduğunu, hayatından da memnun olduğunu söyledi.
Günün ilerleyen saatlerinde, öğretmen ile eski öğrenci, uzun yıllar sonra birbirini bulmayı başardılar.
“Öğrettiklerim hakkında söylediklerin için teşekkür ederim” dedi sanat öğretmeni. “Bana çok güzel bir gün geçirmemi sağladın.”
“Rica ederim” diye cevap verdi öğrencisi. “teşekkür etmek benim boynumun borcu. Çünkü siz, günümü değil, bütün bir hayatımı güzelleştirdiniz!”