Maç 90 Dakika Değil mi?

0
940

İbrahim Bey, küçücük tezgâhından büyük makinelerle çalışan fabrika meydana getirmiş, girişimci bir Anadolu insanıydı. Kendisi ve ailesi için çalıştığından başka geliri olmayacağını düşünür ve her şeyi devletten beklemezdi. Kırk sene sanayici…

 

 

 

 

 Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA

İbrahim Bey, küçücük tezgâhından büyük makinelerle çalışan fabrika meydana getirmiş, girişimci bir Anadolu insanıydı. Kendisi ve ailesi için çalıştığından başka geliri olmayacağını düşünür ve her şeyi devletten beklemezdi. Kırk sene sanayici olarak çalıştıktan sonra işin başına çocukları Erkan ve Hakan’ı getirmiş ve kendisini emekliye ayırmıştı.
Erkan ve Hakan kardeşler, babalarından aldıkları iş disiplini ile hareket etmişler, şirketi daha iyi yerlere taşımışlardı. Yalnız bu sene bir karar vermek zorunda kalmışlardı. Ya ellerindeki tezgâhları yenileyip büyümeye devam edecekler ya da ellerindeki ile yetinip oldukları yerde sayacaklardı. Olduğun yerde saymak, bir süre sonra geriye gitmek demek olduğu için büyümeye karar verdiler. Makineleri yenilemek için öz kaynakları yetmedi ve bir kısmına kredi kullanmak zorunda kaldılar. İşler yolunda gidiyor, ödemeleri günü gününe yapıyorlardı. Ancak, küresel krizin etkisi ülkemizde de hissedilmeye başlayınca işletmede sıkıntı baş gösterdi. Alacaklarını alamama ve borçlarını ödeyememe gibi durumla karşılaşmaya başladılar. Babaları İbrahim Bey’den yardım alarak tecrübelerinden yararlanmaya karar verdiler. İbrahim Bey’i, şirketin yönetim kurulu toplantısına davet ettiler.
İbrahim Bey, şirket toplantısına katılmak için çocuklarının gönderdiği arabaya binmedi. Şirkete giderken yol üzerinde bulunan bakkala, manava uğradı. Taksiye bindi, esnafın nabzını tutmuş oldu. Hatta yol üzerinde bulunan çocuk parkına gitti, çocukları gözlemledi. Yeşil alanda futbol oynayan çocukları seyretti. Ama toplantıya tam zamanında yetişti. Sadece iş hayatında değil sosyal yaşamda da randevularına aşırı özen gösterirdi. Beklemeyi ve bekletilmeyi hiç sevmezdi. Toplantıdan önce kimseyle görüşmedi. Doğruca toplantı salonuna geçti. Hatta sıcak soğuk ikramları bile burada kabul etti. Toplantı tam zamanında başlamıştı. Şirketin yönetim kurulu başkanı olan oğlu Erkan, İbrahim Bey’den toplantıya başkanlık etmesini rica etti. İbrahim Bey, bu öneriyi kabul etti.
İbrahim Bey, şirketin içinde bulunduğu tabloyu açıklamak için önüne konulan dosyalara göz ucuyla baktıktan sonra dosyaları bir kenara koydu ve şirket yöneticilerinin tamamına tek tek söz hakkı verdi.
—Bayanlar, baylar! Bu dosyaları hazırlayanlar siz olduğunuza göre canlı rapor isterim. Herkes durumu kendi açısından ve bütün açıklığıyla anlatsın bakalım.
Çocukları Erkan ve Hakan dahil olmak üzere üretim, pazarlama, finans ve personel müdürlerinin tamamı söz hakkı alarak açıklamalarda bulundular.
Aslında şirketin durumu çok kötü değildi. Sıkı bir takip ve birkaç tedbirle durum iyiye çevrilebilirdi. Ama önce yöneticilerin moralini düzeltmek ve motivasyonunu yükseltmek gerekiyordu. İbrahim Bey, sakin sakin ama otoriter bir tavırla konuşmaya başladı:
—Buraya gelmem için araç göndermişsiniz, teşekkür ederim.
—Rica ederim babacığım ama binmemişsiniz.
—Evet binmedim. Bu ikramınızı geri çevirmek için değildi. Yürüyerek geldim. Biliyor musunuz? Yürüdüğüme değdi, size de tavsiye ederim.
—Nasıl yani?
—İzin ver de anlatayım evlat! Ama önce bir soru sorayım size. Bir futbol maçında ilk beş dakikada dört gol yeseniz ne yaparsınız?
Erkan söz aldı:
—Maç başlamadan bitmiş derim. Her halde sonuna kadar yirmi otuz gol olur.
—Ya sen Hakan? Sen de ağabeyin gibi mi düşünüyorsun?
—Müthiş bir moral bozukluğu yaşarım ama her şey bitmiş demek değildir.
—Peki sizler… Sevgili müdürlerim, siz ne düşünüyorsunuz?
Müdürlerin cevabı da farklıydı:
—Bu maç kaybedilmiş demektir.
—Henüz maçın başı ama zor bir maç olacak.
—Karşı takıma çok avans verdik.
—Bu maç çok çekişmeli olacak.
İbrahim Bey, finans müdürünün söylediği sözü tekrar ederek söze girdi:
—Evet, bu maç çok çekişmeli olacak. Gelirken futbol oynayan çocuklara rastladım. Saha kenarında maç izleyen çocukların yanına oturdum. Yanına oturduğum çocuğa skoru sordum.
—Sarılar dört, kırmızılar sıfır dedi.
“—Sen sarı takımı tutuyorsun galiba?” Dedim
—Hayır, kırmızı takımı tutuyorum, dedi.
—Takımının yenildiğine üzülmüyor gibisin dedim. Ama aldığım cevap karşısında şok oldum. Çocuk hiç neşesini bozmadan bana doğru döndü ve dedi ki:
—Neden üzüleyim ki, maç başlayalı daha beş dakika oldu.
Toplantı salonunu bir sessizlik kaplamıştı. İbrahim Bey, şirket yöneticilerinin gözlerinin içine baktı ve konuşmasını sürdürdü:
—İşi baştan sıkı tutmak, öngörü ile gerekli önlemleri almak çok güzel elbette. Ama bir gol yedikten sonra dağılmak, takım ruhunu kaybetmek, hırçınlaşıp kontrolü yitirmek çok mantıklı bir davranış değildir. Özellikle hırçınlaşarak çevreye saldırmak, başaramama kaygısıyla korkuya kapılmak, işinize ve takımınıza yapacağınız en büyük kötülük olacaktır.
Şirket yöneticileri, mesajı almışlardı. İbrahim Bey, sözlerinin muhatapları üzerindeki etkisini görünce mutlu oldu ve sözlerine devam etti:
—Bayanlar, baylar! Sizin durumunuzda ciddi bir sıkıntı yok. Gereksiz harcamalardan vazgeçin, yeni yatırımların zorunlu olmayanlarını biraz erteleyin. Lüks yaşama hevesinde olmayın. Alacaklarınızı sıkı takip edin, düze çıkarsınız. Yapacağınızın hepsi bu! Biz bu şirketi ne günlerden geçirdik! Hanım, sağ olsun bileziklerini verdi bana, sat atölyeni icradan kurtar diye. Onun altınlarını satıp, borcumuzu ödedik. Ben hanımın hakkını nasıl öderim arkadaşlar? Siz daha oralara gelmediniz. Ha unutuyordum, bir de mazlumun bedduasını almayın! Mazlumun ahını alırsanız, işleriniz hep tersine gider. Sonra suyu yokuşa doğru akıtmaya çalışırsınız, haberiniz olsun. Hep hayır duası almaya özen gösterin. Şimdi, varın bakın işinize, bana müsaade!
İbrahim Bey, dersini vermiş bir hocanın rahatlığı ile toplantı salonunu terk etti. Erkan, babasının ardından hemen kalktı ve teşekkür etti:
—Sağol babacığım. Odama geçelim. Biraz dinlen, bir şeyler ikram edelim.
—Yok oğlum, sen toplantı salonuna dön. Ekibini başsız bırakma. Ben diyeceğimi dedim, bundan sonrası sizin işiniz. Haydi, size kolay gelsin. Ben geldiğim gibi giderim.
Erkan, çaresiz babası ile kapıda vedalaşarak tekrar toplantı salonuna yöneldi. Babasının gösterdiği hedefler doğrultusunda kararlar aldılar ve uygulamaya başladılar. Altı ay içinde krizden kurtuldular ve bir yıl sonrasında şirketi kâr eder duruma getirdiler.
Bir işe başlarken iyi başlamak, artılarla başlamak tabi ki çok güzel. Lakin işimizi yaparken karşılaştığımız problemler, bizim pes etmemize, panikleyip korkuya kapılmamıza neden olmamalıdır. Hep futboldan örnekler verdim ama yine bir futbol örneği vermek istiyorum. 3 – 0 yenik durumda iken takım düzenini bozmadan, paniğe kapılmadan ve daha önemlisi moralini bozup dağılmadan mücadeleye devam ederek 4–3 maçı alan takımların durumu, bu olaya en güzel örnektir.
Özellikle, girdiği deneme sınavlarında düşük puan alan ve kendisini başaramayacağına inandıran öğrencilere hep şu soruyu soruyorum:
—Maç 90 dakika değil mi? Hakem son düdüğü çalmadan maç bitti diyebilir miyiz? Diyemeyiz elbette. Sınava girip çıkmadan, sonuçlar açıklanıp yerleştirme işlemi gerçekleşmeden bu maraton bitti gözüyle bakamayız.
Girdiği her sınavda başarılı puan alan, istikrarlı bir yükseliş sergileyen adayların durumunda bir problem yok zaten. Asıl konu,  zaman zaman iniş çıkış yaşayarak başarıya olan inancını zedeleyen adayların durumunu tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini vurguluyorum.
Bizler makine değiliz, gül denildiği zaman gülecek, üzül denildiğinde üzülecek robotlar hiç değiliz. Hayatın inişli çıkışlı yollarında bazen sevinçten doruklara çıkacağız. Bazen problemler yaşayıp üzüleceğiz. Bu duygusal değişimler, yaşamın kendi doğal seyri içinde karşılaşabileceğimiz olağan durumlardır. Önemli olan karşılaştığımız problemlerle mücadele edebilmeli ve hayata küsmeden yolculuğumuzu sürdürebilmeliyiz.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız