Sevdiğiydi onun. Belki annesi, babası, kardeşi, eşi, çocuğu ya da sevgilisi. Ne fark ederdi ki? Önemli olan bu dünyada onun uğruna canını verebileceği tek sevdiği olmasıydı.Ölüm. Korkunç bir şeydi belki. Ama bu dünyada sevdiği olmadan yaşamak ölümden…
Yazar : Zeynep Müge KASAROĞLU
info@pusulaegit.com
Sevdiğiydi onun. Belki annesi, babası, kardeşi, eşi, çocuğu ya da sevgilisi. Ne fark ederdi ki? Önemli olan bu dünyada onun uğruna canını verebileceği tek sevdiği olmasıydı.
“Seç” dedi şeytan.
“Seç ya sen ya o”
Hiç tereddüt etmeden “ Ben!” diye cevap verdi.
“Öyleyse sen öleceksin. O kıyamete kadar yaşayacak. Hiç ölmeyecek!”diye zaferle haykırdı şeytan.
Ölüm. Korkunç bir şeydi belki. Ama bu dünyada sevdiği olmadan yaşamak ölümden de beterdi. Onun uğruna hayatını hiç düşünmeden feda ederdi. Hem bu sayede sevdiği kıyamete kadar yaşayacaktı. Ölmeyecekti. Onsuz yaşayacaktı.
Sevdiğinin gözlerine baktı. Yakarış vardı o gözlerde. Konuşamıyordu sevdiği. Dudakları mühürlenmişti sanki. Ama gözleriyle yalvarıyordu: “Yapma, beni sensiz yaşamaya mahkum etme” diyordu.
Sevdiğinin hayatını kurtarmanın verdiği mutluluk, ona sonsuz bir hayat hediye etmenin vermiş olduğu sevinç gölgelenmeye başlamıştı. “Onsuz bir dünyada yaşamaktansa ölümü tercih ederken, onu bensiz bir dünyada yalnız başına bırakıyorum” diye inledi.
O olmadan sonsuza dek yaşama düşüncesi kalbine acı içinde dalga dalga yayılırken, verdiği kararın bir fedakarlık değil, bencillik olduğunu anladı.
“Onu bensiz bir dünyaya hapsedemem. Ama onsuz bir dünyada da yaşayamam. İkimizin de canını al şeytan!” diye umutsuzca bağırdı.
Şeytan acımasızca gülümsedi: “Benden merhamet istiyorsun ha!Eğer bu istediğini yaparsam ben nasıl şeytan olabilirim? Ben karanlığım. Ben sizin yüreğinizin en derinlerinde saklanan bir dostum ve bir düşman. Benden ne kadar nefret ederseniz edin, beni silip atamazsınız. Kulaklarınızı bana karşı tıkasanız, dudaklarınızdan adım nefretle çıksa bile yüreğinizdeki zehirim ben! Gün gelir beni dinler, benim söylediklerimi yaparsınız. Çünkü beni şeytan yapan budur. Önce yüreğinize sona zihninize sızarım. Sizi ele geçirdiğimde kölem olursunuz. Sizin tüm zayıflıklarınızı bilirim. En büyük zevkim bunları size karşı kullanmaktır. Bu bana böylesine zevk verirken nasıl olurda bundan vazgeçmemi istersin? Şimdi ben senin yüreğindeki ikilemim. Ya onsuz yaşayıp sonsuza dek acı çekeceksin ya da onu aynı acıyla yaşamaya mahkum edeceksin. Acele etme. Ne kadar zor olursa benim için o kadar zevkli olur. Benim işim budur işte. Sizin acılarınızla beslenmek…”
Gözlerini şeytandan kaçırdı. Onun karşısına kendini çok zayıf hissediyordu. Sevdiğinin ölümünü seçerse asıl o zaman fedakarlık yapmış olacaktı. Ama bunu düşünmek bile ona bu kadar acı ve korku verirken, bunu nasıl yapacaktı?
Hayır, yapamayacaktı.
“Beni öldür” diye bağırdı.
“İsteğiniz benim için emirdir.”dedi şeytan kazanmış bir edayla.
Şeytanın hançeri kalbine doğru inerken son kez sevdiğinin gözlerine baktı. O gözlerde anlayış vardı.
“Dur” diye haykırdı.
“Yine ne var? Sabrım taşıyor artık.”
Sevdiğinin gözlerine bakmaya devam etti. Bu gözler ona “Durma, devam et” diyordu. Sevdiği kendini onun için feda ediyordu. Onun olmadığı dünyada tek başına yaşamaya razıydı.
“O beni bu kadar severken ona bunu yapamam. O ölmeli ben yaşamalıyım. Feda edilen ben olmalıyım” Kararını vermişti.
“Onu öldür”
Şeytanın gözlerinde şaşkınlık mı vardı? Bu doğru olabilir miydi?
Sonra birden her şeyi anladı.
“İstediğin bu değildi, öyle değil mi?” Bu sefer zaferle bağıran kendisiydi. Artık kendini çok güçlü hissediyordu.
“Seven bir kalp, sevdiğine acı çektirirse ruhunu şeytana satmış olur. Gerçekten seven sevdiğini düşünür önce. İşte şeytan sen tüm zayıflıklarımızı bilebilirsin ama bunu anlayamazsın. Bu seni bile, şeytanı bile şaşırtır. Ben sevdiğimi bensiz bir dünyaya hapsedersem senden ne farkım olur? Eğer bunu yaparsam ruhum senin olur. Onu öldüreceksin ve ben sonsuza dek sevdiğimi özleyerek yaşayacağım. Ama onun ruhunu da alamayacaksın!”
“Seçimin buysa, tamam o ölecek. Ama ruhu benim olacak. Çünkü o sana acı vermiş olacak. Görüyorsun ya her iki durumda da sonuç benim için aynı.” diye cevap verdi şeytan. Ama sesinde bir tereddüt gizliydi.
“Yanılıyorsun. Onun gözlerine bak şeytan. O gözler sana ne anlatıyor? İyi bak. İnkar etme. O bunu yapmamı istemiyor. O kendimi değil onu feda etmemi istiyor. Bizimle ne kadar oynarsan oyna bize sahip olamazsın.”
Şeytan artık şaşkınlığını ve yenilgisini gizleyemiyordu.
“Bu sefer siz kazandınız. Ama bu sizin gibi zavallı yaratıklar için çok küçük bir zafer. Ben her zaman aranızda olacağım. Benden nefret edecek ve bensiz yapamayacaksınız.”
“Biz sana çok zavallı yaratıklar gibi görünebiliriz. Ama bizim sana karşı çok güçlü bir silahımız var: Sevgi. Şimdi şeytan, onu öldür!”
Şeytan bir an durakladı. Sonra hançerini kaldırdı ve sevdiğinin kalbine sapladı. Hançer sevdiğinin kalbine doğru yol alırken onun gözlerine baktı. O gözlerde son bir şey gördü. O da sevgiydi. Sonra sevdiğinin gözlerinde ki son hayat pırıltısı da söndü. Sanki aynı anda kendi kalbine de acıdan bir hançer saplandı. Ama bu acıya ona güç veren bir sevinç de eşlik ediyordu. Kıyamete kadar yaşasa da, bu süre ona sonsuz gibi gelse de, o gün gelecekti ve sevdiğiyle tekrar buluşacaklardı. Şeytanın asla olmadığı, yüreklerine sızamadığı başka bir dünyada.