Yabancı Dil Öğrenmek İçin Beyninizi Kullanın

0
1772

Beyin uyumlu İngilizce öğrenme yöntemleri < Hümeyra Turhan

Mutfak önlüğü boynunuzda, yemek pişirmeyi öğrenmeye çabalarken tezgahın üstünü domates salçası veya yumurta kabuklarına bulayan evin acemi ahçısı siz, sıra bir bilançoyu analiz etmeye geldiğinde kılı kırk yaran titiz bir muhasebeciye dönüşüverirsiniz. Veya namelerinden çoktan ümit kesilen hurdaya dönmüş bir radyo, ellerinizde eski nazlı tınılarına kavuşuverir de, iş yabancı bir dil öğrenmeye gelince o hünerli eller ayaklara dolanıverir aniden. Hele çocukluk ya da ilk gençlik yıllarınız geride kalmışsa yabancı dil öğrenme işi daha da içinden çıkılmaz bir hal alır.

 

Beyin uyumlu İngilizce öğrenme yöntemleri

< Hümeyra Turhan
Mutfak önlüğü boynunuzda, yemek pişirmeyi öğrenmeye çabalarken tezgahın üstünü domates salçası veya yumurta kabuklarına bulayan evin acemi ahçısı siz, sıra bir bilançoyu analiz etmeye geldiğinde kılı kırk yaran titiz bir muhasebeciye dönüşüverirsiniz. Veya namelerinden çoktan ümit kesilen hurdaya dönmüş bir radyo, ellerinizde eski nazlı tınılarına kavuşuverir de, iş yabancı bir dil öğrenmeye gelince o hünerli eller ayaklara dolanıverir aniden. Hele çocukluk ya da ilk gençlik yıllarınız geride kalmışsa yabancı dil öğrenme işi daha da içinden çıkılmaz bir hal alır.
Yeni bir cümle düzenine, yüzlerce kelimeye, bizimkine pek uymayan kıvrımlı aksanına kolay kolay uyduramazsınız ayaklarınızı. Yabancı dildeki sözcüklerin yazıldığı gibi okunmadığı gerçeğine alışmaya çalışırken, geçmiş, şimdiki, gelecek ve geniş zaman haricinde bambaşka zaman kalıplarının da varolabileceğine kendinizi iknaya uğraşırsınız.
Bir tarafta ezberlenmek adına onlarca defa deftere yazılan sözcükler, diğer yanda doğru kelimeleri buldursak da bir türlü gramere uygun bir cümle kuramamanın trajikomik çaresizliği… Peki sizi bu çelişkili tablo içine sığdıran nedir? Pek çok alanda dillere dolanan marifetiniz, nasıl olur da başka bir ortamda bir felakete bürünüverir? En zorlu yokuşları tek solukta tırmandırıp, düz yolda sizi nefes nefese bırakan meret ne ola ki?
Geçtiğimiz ay dünyanın farklı ülkelerinden gelen 25 eğitimci Florya Koleji’nde düzenlenen bir konferansta İngilizce öğrenme konusunda kafalara takılan tüm bu sorulara yanıt vermeye çalıştı. “İngilizce’yi Beyin Uyumlu Yöntemle Öğrenme ve Öğretme”  konulu konferansta İngilizce öğrenme süreci bir biyolog gözüyle irdelendi.
Beynin farklı loblarının kullanılmasıyla ortaya çıkan kişilik çeşitlerinden, bebeklerin dili ayırt etme yaşlarına, kullandığımız sözcüklerin sihrine ve NLP tekniklerine uzanan pek çok konu ‘İngilizce nasıl daha kolay öğrenilir ve öğretilir?’ sorusunu yanıtlamak amacıyla masaya yatırıldı.
Beyin uyumlu İngilizce öğrenme uzmanı pek çok eğitmen, yazar, öğretmen ve NLP eğitmeni anlattı, Türkiye’de yaşayan ve Türkçe öğrenmek isteyenler, Türkiye’nin farklı illerinden gelen İngilizce öğretmenleri, öğrenciler, tercümanlar dinledi. Biz de konferansın diğer bir katılımcısı olarak zihinsel süreçleri kontrol ederek yabancı dil öğrenmeye dair eteğimize topladığımız ipuçlarını bu sayfalara döktük.

 

 

Kaşık sapından kurbağaya, kurbağadan prense

< Jane Revell
“Kaşık Sapından Kurbağaya, Kurbağadan Prense” adını verdiği konuşmasında farklı öğrenme durumları için her birimizin başka öncelikleri ve tarzları olduğunu ifade etti Revell.
Jane Revell’e göre hepimizin zihinleri bambaşka bir süzgeçle döşenmiş. Bu süzgeçten elediklerimiz, dışarıda bıraktıklarımız veya kendimize kattıklarımız da yanı başımızdakinden farklı oluyor daima. Dünyayı bu süzgeçle algılıyor, çevrenizdeki nesne ve insanlara bu süzgecin geçirgenliği ve niteliğine göre anlam veriyoruz.
Örneğin yeni bir dil öğrenirken süratiniz, motivasyonunuz, yönelimleriniz araba kullanmayı öğrenirkenkilerden bambaşka bir seyir izliyor. Öğrenme sürecindeki farklı tepkilerimiz ve tercihlerimiz ise eğitmenlerce bilinmiyor ve dolayısıyla farklı ihtiyaçları veya eğilimleri göz ardı eden bir eğitim sistemi döşeniyor önümüze. Böylece değişik isteklere yanıt verebilme yetisinden mahrum, esneklik içermeyen sözümona bir öğretme&öğrenmenin kemikleşmiş yolunda kör topal ilerliyoruz.
NLP ile İngilizce
Jane Revell’e göreyse davranışlarımızı analiz etme yöntemine dayanan NLP, yabancı bir dil öğrenmeyi karabasan olmaktan çıkarıyor. NLP hakkında aslında herkesin sandığından çok daha fazla şey bildiğini belirtiyor Revell. Çünkü,  bu yöntem doğduğumuzdan beri bilinçsizce yaptıklarımızın farkına varmayı ifade ediyor. Yani NLP, içinde bulunduğumuz bir rüyadan uyanma, gözlerini aydınlığa açma hali.
Jane Revell neden konuşmasına “Kaşık Sapından Kurbağaya, Kurbağadan Prense” başlığını uygun görmüş olabilir? Yanıtı sıra dışı sunumun İngilizce içeriğinde saklı. İngilizce’de kurbağanın bebeklik haline “tadpole” adı veriliyor. Bunun Türkçe’deki karşılığı ise “kaşık sapı.” Kelimenin sonuna bir ‘s’ harfi konulduğunda çoğul hale geliyor. Revell, “Tadpoles” kelimesindeki harfleri kullanarak, yeni bir dil öğrenmeye çalışan insanların hangi farklı haller içinde bulunduğuna dair aşağıda gördüğünüz sözcükleri türetmiş.
İngilizce’nin kıvraklığını sonuna kadar kullanan Revell, bu yöntemle öğretmenlerin öğrencilerinin hangi düşünme ve algılama durumları içinde olabileceklerini zihinlerine kazımalarını sağlıyor. Ünlemle imlenen sondaki ‘D’ harfi ise Revell’in metaforunun küçük bir defosu. Ardından, kurbağanın İngilizce karşılığı olan ‘Frog’ ve masalda dönüştüğü prens ‘Prince’ kelimeleri için de aynı uygulamayı yapıyor.
Sözünü ettiği farklılıklara dikkat kesilen ve doğru uygulamalarda bulunan kişilerin gelişim yolculuğuna işaret ediyor: “Kaşık Sapından Kurbağaya, Kurbağadan Prense” çoğumuzun gözü çocukluktan beri prenseslikte kalmış olsa da birkaç harf değişikliğiyle bu sorun çözülecek gibi gözüküyor. Jane Revell’in bu metodunu Türkçe’ye uyarlayamasak da en uygun düşen tercümelerini sunmaya çalıştık.
İşte Jane Revell’in yabancı dil öğrenen kişilerin farklı eğilimleri, tercihleri ve bunların ne anlama geldiğine, nasıl yanıtlanması gerektiğine dair ip uçları:

Zamana ihtiyacı olanlar: Kimilerinin yeni bir şey öğrenme sürecinde zamana ihtiyacı vardır. Diyelim ki sınıftaki öğrenciler yeni bir zaman kalıbı öğrendiler. Öğretmen bununla ilgili tüm sınıfı yeni cümleler türetmeye yönlendirebilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, içlerinden bazıları bu zaman kalıbı üzerinde pratiğe geçmeden önce, zihinlerinde bir tartma ve değerlendirme sürecine ihtiyaç duyarlar. İvedilikle egzersize yönlendirmek üzerlerinde bir zaman baskı yaratılmasına meydan verecektir.
Harekete Geçmek İsteyenler: Kimileri içinse yeni öğrenilen şeyin derhal yaşama geçmesi, kendine hayat içinde bir yer edinmesi gereklidir. Yani sözgelimi, öğrenilen yeni sözcük veya zaman kalıpları zaman geçirmeden arkadaşlar arasında veya öğretmenle diyaloğa geçirilerek, egzersiz yaparak  kullanılmalıdır.
Yönlendirilmeye ihtiyaç duyanlar:  Bazı öğrenciler dil öğrenirken daima birileri tarafından nasıl adım atacağı hakkında yönlendirmeler yapılmasını ister. Yalnız başına hareket etmekten, öğrenme sürecinde kendi yollarını çizmekten ürkerler bir anlamda. Kendilerine herhangi bir öğrenme metodunun önerilmesini isterler ve bu metodun sınırları dışına çıkmaktan kaçınırlar.
Kontrolü kendilerinden daha bilgili birisine devretmeyi tercih ederler. Aceleye getirilmek kendilerini kaygılandırır. Üzerlerinde zaman baskısı hissettiklerinde geri çekilmeyi veya kaçmayı tercih ederler. 
İpleri kendi eline alanlar: Kimi öğrenciler de kontrolü daima ellerinde bulundurmak isterler. Onlara belirli bir yöntem sunabilirsiniz ancak yapacakları kendilerince etkili başka bir yöntem geliştirmek olacaktır. Kendi inisiyatiflerini kullanmak isterler. Yönlendirilmekten, başarılı olmak için kendilerine ne yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar. Onların kendi tercihleri ve yöntemleri vardır.
Ne istediğini bilenler, amaç ve kazanç odaklılar: Bazı kişiler öğrenme sonucunda ne istediklerini, amaçlarının ne olduğunu belirlemişlerdir. Belirli bir gaye doğrultusunda ilerlemek de zamandan ve çabadan kazandırır. Çoğunlukla  20 yaş öncesi gençler bu özellikten mahrumdurlar. Hedef belirleyemiyorlar ve dolayısıyla öğrenme süreci içinde nereye gideceklerini bilmeden savruluyorlar. Böyle kişilerin ne istedikleri hakkında karara varmaları için sözcükler sihirli bir işleve sahip. Örneğin zayıflamak istediğini söyleyen bir kişinin ‘zayıf’ demekle neyi kastettiği irdelenmeli. “İncelik, zerafet, sağlıklı olmak, sıskalık kavramlarının her biri ayrı ayrı ne ifade eder onun için?” sorusuna yanıt aranmalıdır. Benzer anlamda kullanılabilecek kelimelerin ardında saklanan birbirinden farklı gerçekler açığa çıkarıldığında hedefler daha belirginleşecektir. 
Kayıp odaklılar: Öğrenerek ne kazanacağına yoğunlaşmak yerine öğrenme süresince nelerden mahrum olacaklarına veya ellerinden uçup gidecek zamana, paraya odaklanır bazı kişiler. Ve kayıplar üzerinde fazla kafa yorulduğu zaman ne yazık ki korkulan olur ve öğrenme gerçekleşmez.
Adım adım gelişme taraftarları: Bu kişiler yavaştan hızlıya, kolaydan zora doğru bir çizgi takip etmek isterler. Onlar için bu, takip edilmesi ve ayak uydurulması en kolay yöntemdir. Aniden bastıran yeniliklere, aceleci yöntemlere razı olmazlar. Onlar için her şey sırasıyla ve adım adım yükselen bir seyir izlemelidir. 
‘Aynı’cılar (Sürgitçiler): Bu kişiler yükselen bir çizgi yerine daima aynı kalan, ne zorlaşan, ne kolaylaşan bir süreç tercih ederler. Önceden yaptıklarıyla aynı yöntemleri ve zorluk derecesini içeren uygulamalara yönelir, başka yöntemlerin söz konusu olmasından hoşlanmazlar.
Devrimciler: Farklılıklarla, değişimle yüzleşmekten hoşlanırlar. Durağan bir seyirden sıkılır, önceden demedikleri yöntemleri denemekten hoşlanırlar. Belli bir tarz tutturmaktan ziyade, çeşitlilikler arasında dolaşmaktan, kendi öğrenme düzeylerine göre alternatifler geliştirmekten hoşlanırlar.
“Kaşık sapından kurbağaya doğru büyüme evresi”nde dikkate alınması gereken diğer karakterler  ise şöyle:
Dışsallar: Bu kişiler neyi, ne kadar iyi öğrendikleri hakkında daima ailelerinden, arkadaşlarından, meslektaşlarından görüş almaya eğilimlidirler. Birileri çıkıp öğrendiğini, ilk günden bugüne ilerlemeye kaydettiğini söylemelidir kendilerine. Çevresindekilerin görüşlerine büyük prim verirler. Bu onları memnun etme çabası anlamına gelmez. Bu kişiler kendilerini değerlendirmedeki kıstası kendi yargıları değil, çevresindekilerin görüşleridir.. Daima geribildirime gereksinimleri vardır.
İçseller: Kendileri öğrendiklerine ikna olmuşlarsa, artık başkalarını ne söylediğine pek itibar etmezler. Kendi kendilerinin değerlendiricisi olurlar. Diğerlerinin değerlendirmelerinden pek hoşnut olmazlar. 
Genelleyiciler: Büyük resmi görmeyi tercih ederler. Ayrıntılarda kaybolmaktansa, genel bilgilere sahip olmak, bütün hakkında bilgi edinmeyi yeğlerler.
Detaycılar: Öğrenecekleri konunu tüm detaylarını bilmeyi isterler. Bu bilgileri edinebilmek için çevrelerindeki tüm şartları zorlarlar. Araştırmacı ve sorgulayıcı bir yapıları vardır. Kaynak taraması ve analiz etme taraftarıdırlar.
Artık kurbağaya dönüşme zamanı!
Öğretmenler, İngilizce öğretirken öğrencilerin hangi öğrenme eğilimleri ve tercihlerine sahip  olduğunu düşünmeleri gerekiyor. Özeleştirisini yapan ve bu farklılıklara uygun yöntemler geliştirebilen öğretmenin sahip olması gereken nitelikler ise kurbağanın ‘Frog’un ilk harflerinde gizli.

Jane Revell sunumunun sonunda, eğitmenlerin bir şey öğretmeye çalışmadan önce her birimizin farklı öğrenme ortamlarında sahip olduğumuz tercihlerin bilincine varmaları, bu tercihleri görmezden gelmemeleri gerektiğine işaret eden aşağıdaki cümleye yer veriyor.
İlk harflere bakılırsa kurbağa, kondurulan öpücükle çoktan bir prense dönüşmüş.  
Pace and
Respect
Ideas before you ask for    
New and
Change their
Experience

 

Gökkuşağının dört rengi

< Bob James

“Bazen neden bir yönetim bilimci, sıra resim yapmaya gelince çöp adamların ötesine geçemez ya da usta bir ressam, pazarlama politikası veya ürün dizaynı söz konusu olunca  konuşturamaz paletini?”   
Sorunun cevabı, bütünsel beyin uzmanı ve NLP Master Practitioner gözüyle Bob James’ten geliyor ve ona göre yanıt gökkuşağının dört rengine gizli. Becerilerimizi ya da becerisizliklerimizi, eğilim ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda bizi aksi kutuplara yönelten veya bir odakta birleştiren etkeni düşünsel beynin, duygusal beynin, sağ ve sol lobların ne kadar sıklık ve yoğunlukla kullanıldığı belirliyor. 
Düşünsel beyin, bize yaratıcılık ve muhakeme gücü veren, bizi diğer canlılardan ayıran  bölüm olan Neo-korteks. Beynin en dış kabuğunda tahminen 2 mm kalınlığındaki bu bölüm rasyonel ve kompleks düşünme merkezimiz. Bilme, hatırlama, algılama, karar verme, sorun çözme, kavramlaştırma ve imgelem gibi pek çok bilişsel süreç bu bölgede yürütülüyor. Soyut düşünmeyi ve konuşmayı kontrol eden düşünsel beyin, insanı insan yapan yapı olarak anılıyor. 
Limbik sistem ise duygusal beynimizi oluşturuyor. Sevinç, kaygı, korku, öfke gibi heyecanlar bu merkezde oluşuyor. Limbik sistem, heyecan ve güdülerimize kaynaklık ederken soyut düşünmemizi ve konuşmamızı sağlayamıyor.
Sol lob, vücudun sağ tarafının kontrolünü elinde bulunduruyor. Mantıksal, analitik, bütünden çok parçalara odaklı, objektif ve rasyonel düşüncenin kontrolü bu lobda gerçekleşiyor. Konuşma, yazma, sözel düşünme, ritim algısı, futbolda gol atma, matematik, daktilo yazma, dil bilgisini kavrama gibi becerilerin edinilmesi sol lobun görevleri arasında yer alıyor.
Bu dört bölümün kullanılma yoğunluğu ve kombinasyonları da farklı karakter oluşumlarını sağlıyor.
Sağ lob, sol lobun aksine sezgisel algı, bütünü görme ve yaratıcı düşünmenin merkezi. Duygusal ve melodik konuşma, şiir okuma, şarkı söyleme, görsel ve mistik düşünme, dokunma hissi, yüz ifadelerinin yorumlanması, üç boyutlu düşünebilme, resimlerde ayrıntıları görebilme  yetilerinin oluşma ve gelişmesine kaynaklık ediyor. 
Bu dört bölümü hangi kombinasyonlarda ve yoğunlukta kullanıldığımıza göre aşağıdaki şema üzerinde karakter grafikleri oluşturuluyor.
Maviler (ÇÖZÜMLEYİCİ, ANALİZCİ) (neo-korteks ve sol beyini fazla kullananlar) Mantıkçı olanlar, eleştirel, gerçekçi, soğuk ve hesapçı, kâr odaklı, disiplinli, esnek olmayan, mantıkçı ve rasyonalist, rakam ve sayılara dökme becerisi yüksek…
Yeşiller (PLANLAYICI, ORGANİZE EDİCİ) (sol beyin ve limbik sistemi yoğun olarak kullananlar)
Başladığını bitiren, zamana uyan, güvenilir, planlı, iş bitirici, detaycı, düzen ve uyumu seven, tertipli ve teşkilatlı…
Kırmızı (İLETİŞİMCİ, İNSANCIL) (limbik sistem ve sağ beyini yoğun olarak kullananlar) Sezgisel, öğretmeyi seven, dokunsal, kavramsal, duygusal, hissi davranan, sosyal, görsel ve büyük resme odaklanan, iyi iletişimci, içli ve hassas, takım ruhundan anlayan, öğretme ve eğitme işinde becerikli olanlar, arkadaş canlısı… 
Sarı (YARATICI, RİSK ALICI) (neo korteks ve sağ beyini yoğunluklu olarak kullananlar) Odaklanamayan, konsantre olamayan, risk alan, yaratıcı ve sanatçı ruhlu, kuralları çiğneyen, sezgileriyle hareket eden, aceleci, özgür ruhlu, sentezci, meraklı, düşünmeden içinden geldiği gibi davranan, mistik…
Bir insan bu renklerin hepsinden az ya da çok nasibini alır. Ancak beynin belirli bölgelerinin ne kadar sıklıkta kullanıldığıyla ilişkili olarak karakter şekillenir. Örneğin bir bilim adamının şeması yoğunluklu olarak mavi bölgeye yayılır. Çalışmalarını sonuçlandırabilmesi için yeşil, bütünsel düşünüp yaratıcı düşünme yetisine sahip olabilmesi için de sarı rengi içine alması gerekir. Bu kişi, insanlarla iletişimden hoşlanmıyorsa karakter şemasında kırmızının etkisi az olacaktır. Başarılı bir halkla ilişkiler uzmanı kırmızı yoğun bir şemaya sahip demektir. Bir sanatçı yoğunluklu olarak sarı bölgede yer alır. Ancak kırmızı yeteri kadar yer almıyorsa şayet, içine kapanık, iletişimi sevmeyen dolayısıyla eserlerini pazarlamada çuvallayan bir sanatçıdır bu kişi. Karakterinde yeşil rengin az olması ise eserlerini kolay kolay tamamlayamayan, dağınık, düzensiz bir sanatçıya işaret eder.
Bob James’e göre çocuklar bu sanatçı tipine çok uygun bir karakter ve davranış biçimi gösteriyorlar. Bir sürü fikir geçiyor kafalarından, yaratıcılar, aceleciler, meraklılar, kuralları altüst ediyorlar. Ancak zihinlerinden geçen her şeyi yapamayacaklarını, bunun için planlı bir çalışmaya (yeşil), insanlarla paylaşımda bulunmaya (kırmızı) ve yeri geldiğinde de mantığa, rasyonel düşünceye (mavi) ihtiyaç duyduklarını bilmiyorlar henüz.

 

Öğrencilerin  Eleştirel Düşünme Becerileri Nasıl Geliştirilir?

< George Knoring

 

Yunan asıllı George Knoring İngiliz dili eğitiminin ardından 18 yıldır dil merkezlerinde çalışıyor ve öğretmenlere eğitimler veriyor.
Öğretmenlerin sınıf-içi eğitim ve ders işleme metodlarını irdeleyen Knoring için öğretmenlerin en önemli görevi öğrencileri sorgulayıcı, analitik ve eleştirel düşünceye yönlendirebilmek.
Bu konuda öğrencilerin akılları kadar, değerleri ve duygularına da temas etmek gerekiyor.
George Knoring’e göre sınıfımızda geleceğin liderleri ve yöneticileri bulunuyor olabilir. Bu nedenle bu sıra dışı öğrencilerin bugünkü eğitmenleri olarak öğretmenlerin de sıra dışı yöntemler geliştirmeleri kaçınılmaz bir hal alıyor.
KAVRAMLAR + DEĞERLER= DÜŞÜNCE
Eleştirel düşünmenin iki temel unsurunu kavramlar ve değerler oluşturuyor. Knoring’e göre kavramlar soluduğumuz havayla eş görevde.
Çevremizde olan biten ya da olup bittiğini varsaydığımız her şeyi kavramlaştırıyoruz, onlara bir anlam yükleyip kendimize katıyoruz yani.
Bu kavramlaştırmayı da değerlerimiz vasıtasıyla yapıyoruz. Yani kavramlar ve doğuşumuzdan bugüne edindiğimiz değerler karşılıklı bir ilişki içinde daima.  Duyduklarımız, gördüklerimiz, diğer deyişle duyularımıza dokunan her şey algımız doğrultusunda bir anlam kazanıyor. Ve yaratılan bu anlamlar bir fikirler ağı haline bizimle bütünleşiyor, entegre oluyor.
Bu entegrasyon sürecinin tanımlanması ve öğrencilerin öğretmenin sunduğu her bilgiyi abur-cubur misali zihnine depolamasının engellenmesiyle de eleştirel düşünme sürecine başlanmış oluyor.
Yaşam boyu öğrenmenin 21. yüzyıl için vazgeçilmez olduğunu belirtiyor Knoring. Söylediğine göre Batı’da genel öğretmen tavrı şöyle:
Öğretmen içeri girer, sınıfta alıştığı köşesinde yerini alır, günün konusunu her günkü üslup ve ses tonuyla depolar öğrencilerin zihinlerine, ders kitabı neyin anlatılmasını uygun görmüşse o da onu anlatır, kitap sayfalarından bir adım dışarı çıkmaz. Ardından başka bir dersin öğretmeni gelir, o da diğer konuyu aynı yöntemle anlatır. Böylece bir bütün olan bilgi her öğretmenin elinde parçalara ayrılmış olur.
Knoring’in tavsiyesi ise müfredatın daha bütünsel bir şekilde uygulanması. Matematik dersi ile İngilizce dersinin bir arada verilmesini önermiyor elbette Knoring; ama her branş öğretmeninin kitaba bağlı kalmaksızın, öğrencilerin konuya çok boyutlu bakmalarını, farklı bakış açıları geliştirmelerini, yaşam becerileri edinmelerini sağlamaları gerektiğinin altını çiziyor.
İngilizce ders kitabında yer verilen David Beckham ya da Madonna resimlerinin çocukların İngilizce öğrenmelerine ne gibi fayda sağlayabilir?
Her gün televizyondan ve dergilerden bolca takip ettikleri bu ünlüleri tekrar tekrar gözler önüne seren ders kitapları çocuklara fazladan ne katabilir?
Bu soruları öğretmenlere yöneltiyor George Knoring, kitaplarda özgür düşünebilmeyi, sormayı engelleyen okuma parçalarını işlemek yerine öğretmenlerin ipleri ellerine almaları gerektiğini vurguluyor.
Çok boyutlu düşünme yetisinin kazandırılması için dört yaşamsal prensibi şöyle tanımlıyor:
1) Bir durumu farlı kutuplara taşıyacak kavramlaştırmalar yapılmasının yolunu açmak. Bir konuyu alışılagelmiş yönlerin dışına çıkarak sunmak. Öğrencilere şimdiye dek duyduklarından daha farklısını verebilmek.
2) Bir konuya farklı yönlerden de bakabilmelerini sağlamak. Olayları ve kavramları eğrisiyle doğrusuyla görebilmelerini, farklı boyutlarıyla algılayabilmelerini sağlamak.
3) Konuları kendi bakış açısının dışına çıkarak, kişisel yargılarından sıyrılarak vermek. 
4) Sınıf içinde farklı görüşlere ve bakış açılarına şans vermek, yaşam hakkı tanımak, empoze etmekten kaçınmak. Öğretmenin görevi, yaşamı anlatmaktır, yaşam empoze edilemez.

 

 

Yabancı Dil Öğrenmek Neden Bu Kadar Zor?

Yoksa Babil Kulesi’nin Laneti mi Öğrenmeyi Zorlaştırıyor

< Berta De Llano

 

İngilizce öğretmeni olan Berta De Llano nörolojik süreçlerin ve gelişim evrelerinin dil  öğrenme, anlama, konuşma ve telafuz becerileri üzerindeki etkilerine değindi. Efsaneye göre Babilliler eşi görülmemiş bir ekip ruhuyla göğe erişen Babil Kulesi’ni inşa edince, Tanrı bunu kendi kudretine ulaşma isteği ve bir meydan okuma olarak görür.
Bunun üzerine Babil Kulesi’ni yıkar ve o güne dek tek bir dil kullanan bu halkı farklı diller konuşmaya mahkum eder. Bugün yabancı dil öğrenmede çektiğimiz sıkıntılar, vebali ödenmeyen bu günahın uzantıları mıdır bilinmez ama Berta De Llano’ya göre ya bu çok dillikle başa çıkacağız ya da Babil Kulesi’nin lanetini sonsuza kadar sırtımızda taşımak zorunda kalacağız.
Yabancı dil öğrenmede beynin sağ ve sol loblarını kullanabilme yetisi büyük rol oynuyor ve bu iki lobun çatışmasına sahne oluyor beynimiz. Aşağıdaki egzersiz, yaşanılan bu çatışmayı gözler önüne seren bir örnek. Önce sırasıyla gördüğünüz renkleri  söylemeye çalışın.
Yazıları göz ardı etmek ve sadece renge odaklanmak zor olacaktır. Bu sırada görsel ve bütünsel düşünmeye yardım eden sağ beyniniz aktif oluyor. Sonra da yazıları hangi renkle yazıldığına bakmadan okuyun. Şimdi de mantıksal, analitik düşünme ve yazı yazma becerilerini kontrol eden sol beyniniz aktif durumda.

Beynin farklı bölgeleri de dili anlama ve konuşabilme becerisinde belirleyici oluyor.
Beynin ön lobunun aşağı bölümünde yer alan Broca bölgesi konuşmanın gerçekleşmesini sağlıyor. Burada kelimeler işlenerek bir anlam bütünlüğü kazanıyorlar. Bu bölge işlevini yerine getiremediğinde işitilenleri anlama yeteneğinde bir azalma görülmüyor; ancak konuşma becerisi ve gramer kurallarını kullanma yetisi yitiriliyor.
Wernicke bölgesi ise anlamlı cümleler kurulmasını sağlıyor. Bu bölgede herhangi bir tahribat varsa konuşma fiziksel olarak gerçekleşse de cümleler anlamsız veya anlaşılmaz oluyor, yanlış sözcük ya da heceler kullanılıyor. 
İşitilenlerin anlaşılması da güçleşiyor. Dolayısıyla bir dilde söylenenlerin anlaşılması ile anlamlı ve kurallara uygun cümlelerin kurulmasında beynin farklı bölgeleri aktif durumda.
İki farklı dilin ayırt edilmesi ise bebeklikte, henüz iki aylıkken gerçekleşiyor. Bebekler iki aylarını doldurduklarında annelerinin kullandığı dilden farklı bir dilin müziğini birbirinden ayırt edebiliyorlar. 3-4 yaşlarında aynadaki görüntülerini tanıyabilen çocukların 4-5 yaşlarında hafıza gelişimi oldukça süratli bir seyir izliyor.
Dil öğrenme açısından olgunluk yaşı ise kızlarda 11, erkeklerde 14 olarak öngörülüyor. Çocukluk yaşlarında öğrenilen yeni dilin aksanını doğru kullanabilmek çok daha kolay oluyor. Çünkü çocuklar dinleme, duydukları sesleri taklit etme ve doğru telafuz konusunda yetişkinlerden daha hızlı yol alabiliyorlar.
Ancak analiz etme, plan yapabilme, oryantasyon, uyum gibi yüksek beyin fonksiyonlarının olgunluğa erişmesi 25 yaşını bulabiliyor ve bu yaşlarda dil öğrenme konusunda daha gelişmiş becerilere sahip oluyoruz. Dil öğrenme konusunda tekrar etme de önemli bir yere sahip. Öğrendikleriniz, ilk 10 dakika içinde tekrar edilmezse asla uzun süreli hafızaya aktarılamıyor ve muhtemelen 2 gün içinde unutuluyor. Berta de Llano’ya göre cep telefonu çocukların bilişsel, sosyal ve iletişim becerilerine ket vuruyor maalesef.
Cep telefonunu sık kullanan çocuklar sözlere dayalı iletişim kurarken beden dilini öğrenebilme olanağından mahrum kalıyorlar. Ayrıca önceden arkadaşıyla nerede buluşacağına dair sözleşmek yerine cep telefonuyla bu buluşma anı neredeyse son anda kararlaştırılıyor. Böyle olunca plan yapma yeteneği de gelişemiyor. Bu gelişim bozuklukları da dil öğrenimini dolaylı yoldan da olsa kaçınılmaz şekilde etkiliyor.

 

www.gencgelisim.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız