Mısırlıların kendileri kutsal saymalarının nedenleri

0
940

Eski Mısırlıların kendileri kutsal saymalarının bilinmeyen nedenleri, kedilerin önemli insanlar gibi mumyalanmış olmasında saklı kalmış ki niçin kutsal sayıldıkları ortaya çıkmamış. Güneş Tanrıları “Ranın bir kedi olması bile olayın nedenlerini açığa vurmamış. Çinlilerin kedilerin belli bir dönemden sonra başka canlıya dönüştükleri inancının temelleri henüz bilimsel olarak ortaya çıkmamıştır. Ortaya çıkmayan başka bir kendi inancıda Japonların, ken­diler on yaşından sonra konuşabilir inancıdır. Gerçi kedilerin miyavlama şekilleri, kuyrukları, bakışları hep ayrı ayrı anlamsal taşıyor olsa da, Udi Yavuz Be­y’in kuşu Barnisi gibi konuşan kediye rastlanmamış­tır. Kendinin Kara Cinin davranış biçimlerini öğrendi­ği bazı çıkarımlar olmuştu.

– Kara Cin kızım, dediğin­de gözlerini kapatıp yavaşça yeniden açması, “çok iyiyim teşekkür ederim anlamına geliyordu. Tek sesle, bir çırpıda miyavlaması her şeyin yolunda git­tiği anlamına geliyordu. Israrlı miyavlaması ise karnının acıktığının işaretiydi. Bunları, Karaböcük de biliyordu. Karaböcüğün kediler hakkında bilgisi ken­disinden çok daha fazla idi. Karaböcüğün dediğine göre, kedilerin köpek görünce, kamburlaşmaları korkunun işaretiymiş. Kuyruğunun aşağı yukarı, sa­ğa sola hareketleri değişik anlamlara geliyormuş. Kuyruğunun aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru sallıyorsa her şey yolunda demekmiş. Yani halinden memnun olduğunu anlatıyormuş. Kuyruğunu sağdan sola, soldan sağa, hızlı hızlı, oynattığı zaman, stres içine girdiğini, durumdan memnun olmadığını söylermiş. Yine karaböcüğün söylediğine göre, mı­rıldanması mutluluğun ifadesi, kederli kederli mırıl­danması mutsuzluğunun ifadesiymiş. Yine Karaböcük;

– Annem derdi ki kedinin yemediği şeyi yemeyin. Et suyu verdim, dönüp bakmadılar bile, bir daha on­lardan alır mıyım? Annem kasaptan et alırdı. Önce kediye verirdi. Kedi yiyorsa biz de yerdik. Kedi yemiyorsa, yallah, geldiği gibi kasaba geri gönderirdi.

Kara Cinin küçük bir kertenkeleyi iştahla yediğini, fakat örümceği kokladıktan sonra yemediğini gör­müştü. Örümceği yemeyişinin nedeni belki de onun taşıdığı zehirdir. Kedi bunu bir şekilde biliyordu.

Ölümün eşiğinden dönenlerin gördükleri, çok par­lak ışıklar, parıltılar ya da zifiri karanlıklar dışında bir şeylerin söylenmesi gerekir, ölüm eşiğinin bu denli kısa ve ince olması, eşiğin öteki yanlarının iyice incelenmesine mani oluyor. Mısırlı Ramseslerin bedenlerini mumyalatması, önemli kimselerin ve kutsal saydıkları kedilerin mumyalanması onların ve onlar gibi düşünenlerin güçlerini değil, güçsüzlükle­rini anlatmaktadır. Amerikalı kedilerin İran kedileri­ne benzemesi ile Amerikalıların, Mezopotamya, Pers topraklarına göz koymasının, Avrupalı kedilerin Ankara kedisine benzemesinin ve Avrupalıların Anado­lu topraklarından gözlerini ayırmamalarının nedeni aynı olmasın? Demek ki insanlık tarihi, kediler tari­hinin tarihsel nedenleri üzerine kurulmaktadır. Tibet ve Moğolistan kedilerinin kedilerin atası olur gibi durması medeniyetin beşiğinin Orta Asya ve Uzak­doğu olduğuna işaret ediyor olabilir.

Orta Asyalı bir Türkün Anadolu Türkü için “Çekik gözlü gittiniz, çakır gözlü geldiniz. Kağnı ile gittiniz, metal kuşla döndünüz demesinin kediler dünyasın­da benzeri çoktur. Bembeyaz tüylerle kaplı olan masmavi gözleri olan Ankara kedileri Avrupada de­ğişime uğrayacak her çeşit renk ve tonda tüylere ve gözlere sahip olmuşlardır. Sarıgözlü kediler, bakır rengi gözlü kediler, çakır gözlü kediler değişime uğ­ramış kedilerdir. Kediler genelde etçil hayvanlar ol­dukları halde otçul beslenen kedi türlerinin her çeşit ortam ve koşullara uyum sağlayabileceğini gösteri­yordu. Kara Cin sudan çok korkuyordu. Bahçeyi su­lamak için hortumu eline alığı zaman Kara Cin yanındaysa hemen ortalıktan toz oluyordu. Karaböcüğün söylediğine göre kulaklarına su kaçan kediler ölür­müş. Kedilerin kulak kepçeleri daha doğuştan bü­yüktür. Şans, Kader ve Talih’in kulakları neredeyse vücutlarının yarısı kadardı. Bir de tırnakları büyüktü. Hırladıkları zaman gözbebekleri büyüyor, tırnaklarını dışarı çıkarıyor ve dişlerini gösteriyordu. İnsanların dişlerini göstermesinin kaba kuvvet taşıdığı anlamı, kedilerin savunma içgüdüleri ya da bilgileri doğrultu­sunda ortaklık gösteriyor. Isıracak köpek dişini gös­termez kavramı, sinsi davranışların ifadesidir. Kedi­lerin sinsi davranışları var mıdır? Emin değildi. İnsan­ların insanlara sinsice davrandıklarına çok şahit ol­muştu. Allah dağına göre kar verir atasözü her canlının beslenme, barınma ve yaşama koşullarını ayrı ayrı verir anlamına ve benzer anlamlara geliyor­du. Kedilerin kulaklarının büyük olması duyu yoluy­la algılamalarının yaşamlarında büyük önemi oldu­ğunun işaretidir. Bıyıkları iç bölgesinde duyu sinirlerine bağlıdır. Karanlıktaki hareketlerini bu sinirlere bağlı bıyıklar sayesinde yapar. Yakın radar görevi görür bıyıkları. O nedenle kedilerin bıyıkları hiç dö­külmez. Tüyleri bir yılda iki defa, bahar mevsimlerin­de dökülür.

O sabah, mutat gazete alışverişi için bakkala gitti. Bakkal:

– Bey, günaydın, dedi ilave etti, beni duygulandırdın. Zafir ve Osman’ı yazmışsın. Osman öldü. Zafir, bu­günlerde ne yapacağını şaşırmış vaziyette. İkide bir evden kaçıyor. Bazen gelmiyor. Hiç böyle yapmazdı. Galiba gidici, hayvan öleceğini hissetti. Bizi de alıştı­rıyor herhalde.

………. Beylerin kendisi Osman’ın öldüğünü daha önce duymuştu. Onun yerine yeni bir kedi almışlar
ve
üç tanede yavrusu vardı. Gözleri daha yeni açılmıştı. Onları görür görmez fotoğraflarını çekmek is­tedi. Bahçedeki çiçeklerin fotoğraflarını çek­mişti. Bu merakına karşılık Sabahat Hanım, bu bitkinin tohumlarını vermiş, o da bahçenin bir kaç yerine ekmişti.

Sekuraltı Felsefe biraz ağır geldi, öteki Semiloji ki­tabını rahat okudum. Yıllardır içimde bir dert vardı.

Onu çok güzel dile getirmişsin. Bizi, yıllar boyu Allah’tan korkuttular. Yahu Allah niye korkutucu olsun. Tebrik ederim seni söylenecek çok şey var. Kısaca işin zor. Çok farklısın, kutlarım.

Yedi Haziran ikibinaltı Çarşamba sabahı, Sabah Ga­zetesi’nin arka sayfasında Turnerin suluboya resim 8.4 milyon Euroya satıldı” haberi, kendi Yaratılışisimli tablosunun değerini bir milyar dolara yükselt­ti. “Yaratılış” isimli yağlı boya, yetmiş çarpı elli santi­metre ölçüleri içinde kâinatın yaratılış felsefesini içe­riyordu. Yokluğun varlığa dönüşümü rahatlıkla oku­nabiliyordu. Bu tablo asla bilerek ve isteye­rek yapılmamıştı. Bu tablo bir manzara yap­mak için yola çıkılmıştı. Yolculuk sırasında içsel ögürlük ve bilinmez yardımla ortaya çıkmış ve İşte tamam! diyerek öylece bırakmıştı. Bir yıl hiç ama hiç dokunmadı. İkinci yıl boya olmayan yerlere boya koydu imzaladı ve adını yaratılış koydu. Ona göre yaratılış tablosu kâinatın eşsiz bir eseriydi. Birçok yağlıboya tablosu vardı. Ama hiçbiri onun yerini tu­tamazdı. O tabloya sahip olan neslin başka bir şeye sahip olmasına gerek yoktu. Kısaca o resim ona yaptırılmıştı.

Geçmişin hayalini taşır gibi, geleceği taşıma başarısını gösterme gayreti içine girmişti. Gayretin ne olup olmadığının farkına varabilmek henüz güçlükler taşı­yordu. İmkânsız değildi. Var olduğunu düşündüğü şe­yin geçmiş ya da gelecek gibi zamansal kavramla donatılmış olması insana, terk edilmesi güç bir alışkanlık kazandırıyor. Geçmişin yaşanan ana zaman­sal olarak taşınması, alışkanlıkların ve yapılanların izleri ola­rak uygun frekanslarda yapılabiliyor. Geleceğin iz ve alışkanlık bırakmamış olması onun taşınmasını ve tekrarını zorlaştırıyor. Bir bireyin düşünce eyleminin zamansal geçmişi ve geleceği için düşünmek zorun­da kaldığı o an ve anlık kavramı rölatif bir süreçtir. Bu sürecin var olma şansı kadar yok olma şansıda vardır.

Sanat fotoğrafı çekmek isteyen birinin aklında tutması gerekenlerden biri makinenin insan gözü gibi göremediği ve fotoğrafın iki boyutlu gözün üç boyut­lu olduğudur. Fotoğraftaki üçüncü boyutluluğu de­rinliği ışıkla sağlamak ve öyle olduğu izlenimini fan­larda çekim yapılmalı fotoğrafın içindeki objeler üst üste binmemelidir. Gözün alışık olduğu, geometrik şekillerden se, ve, le, ze, iks gibi yapılar oluşturmak fotoğrafta iskelet görevi görür. Bu kavram resim sanatında da sık sık kullanılmaktadır. Elde edilen bu is­kelet üzerinde, objeler, renk ışık dağıtılmalıdır. Obje­ler merkezden uzaklaştıkça ağırlıkları artar. Bu du­rum fotoğrafın dengeli olmasını sağlar. Tahterevallideki fiziksel denge gibi işlev görür.

Bir fotoğrafın belirginliğini artıran özelliklerin başında ışığın doğru kullanılması gelir. Fotoğrafta ışık, başlı başına bir olaydır. Doku fotoğrafın yapısı hakkında bilgi verir. Doku fotoğrafları yanan ışıkta çekilirse iyi netice verir. Ritim, yani, aynı ya da ben­zer şekillerin tekrarı fotoğrafa estetik ve güzellik ka­tar. Ritim fotoğrafın müziğidir. Kara Cinin ısrarlı mi­yavlama ritmi onun, açlığının ifadesidir. Yemeğini yiyince miyavlama ritmi sona erer. Fotoğraftaki obje­lerin ritmi ilave ilgi merkezleriyle güçlenmiş olur. Kara Cinin miyavlamasındaki armoniyi fotoğrafta ar­moni olarak aramak yerinde olur. Fotoğrafta armo­ni, yani uyum, ana özelliklerden biridir. Bir başka ana özellikte uyumun tersi uyumsuzluktur, kontrasttır.


Kontrastı, renkte, biçimde, şekilde, doğrultuda içerikte aramak onun önemini bir kat daha artırır. Fotoğrafın ilgi merkezinin net, yardımcı merkezlerin sö­nük ve diğer alanların şu olması dikkat edilmesi gereken önemli özelliklerdendir. Fotoğrafın orta noktaları ilgi merkezi, ağırlık merkezi olma yönünden iyi değildir. Altın kesim kuralı ilgi merkezinin odaklan­ması için uygulanır. Bir fotoğraf karesi dokuz eşit ka­reye bölünürse bir bölü üçü ağırlık merkezi kabul edilir. Alttan, üstten, sağdan, soldan olmak üzere ge­çerlidir. Ufuk çizgileri alttan ve üstten bir bölü üçlük bölümlerde olmalıdır. Geriye kalan iki bölü üçlük alana yardımcı unsurlar doldurulmalıdır. Simetri fotoğraflarında bu özelliği aramak yerinde olmaz.

Dünya saniyesinin yüzyirmibeşte biri kadar bir sü­re, ya da an, zaman açısından önemsiz olabilir. Fakat saniyenin yüzyirmibeşte biri kadar bir anda kaydedi­len bir fotoğraf karesi çok şey anlatabilir. Bu çok şeylerin içinde özel bir an, özel bir anlam o fotoğra­fın sanatsal öğeleri çok sayıda aynı anda ve yerde olması onu eser olma noktasına taşır.

Şahin Deresinde çektiği fotoğraflardan birinde dört ördek yansımalarıyla güzel bir kompozisyon oluşturmuştu. Hoşuna giden bu pozu resme dönüştürmek istedi. Fakat ilk defa ördek resmi yapacaktı. Önce eskizler çizdi. Benzetmeler yaptı. Yapabilece­ğine inandı ve yağlıboya ördekler tablosunu tamam­ladı. Yansımalarda ve renklerde başarı sağlamıştı. İçine sinmeyen bir şeyler olduğunun farkındaydı. De­renin renklerini canlandırdı. Yeni kontrast durum dal­ga anlamına dönüştü. Ördeklerin pozisyonu dalga ile tam bir uyum içindeydi. Bu özelliği görünce hissetti­ği tuhaflıkta sona ermişti. Tuhaflığın sona ermesi, kendinden, ruhundan, duygularından, fikrinden bir şeyleri, resme aktarmış olmasıydı. Sanat eserini eser yapan şeyde buydu kendi inancına göre.

Yaz yağmurlarının özelliği kafasına göre bazen hızlı, bazen yavaş, bazen çiseleme şeklinde bazen de aniden, durma şeklinde olur. Dokuz Haziran Cuma sabahı saat altı ile yedi arası böyle bir yaz yağmuru­nun altında yürüyüş yaptılar. Yağmur altında yürü­menin güzelliğini hissedip toprağın kokusunu aldılar. Elinin kokusunu, Şans, Talih ve Kader elinden peynir yedi. Onları birer birer balkonun dışından içine al­dı. Bundan sonraki denemede yavruların davranışla­rına dikkat edecekti. Elini uzattığı zaman, eskiden olduğu gibi tir tir titreyecekler miydi?

 

yazan: Hüseyin Ergül kaynak: akis kitap

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız